Hakk`ın Rahmetinden Korkmak mı?
Seher Aydın
Evimin önünde büyük bir cami, yanında da yine Konya’nın en büyük mezarlıklarından biri var. Bazen “Burada yaşamaktan korkmuyor musun?” diye soruyorlar. Neden korkayım? Ölüler beni korkutmuyor, sadece düşündürüyor…
Hemen hemen her gün, cenazelere şâhit oluyorum. Ağlayanlara… Bu, hıçkırıkların kapalı olan penceremi delip evime girmesi şeklinde de oluyor bazen, bazen de ölüm sessizliği denen ânı yaşıyoruz oradakilerle beraber. Yollara taşan kalabalık da gördüm, onu geçmeyen bir sayıya da şâhit oldum cenazelerde. İnsan düşünmeden edemiyor, acaba benimki nasıl olur diye… Yaşı genç ettiği lâfa bak diyenlere ölümün yaşa bakmadığını hatırlatmak isterim. Onu her ân hatırlamamız gerektiğini ve günlerin hakkını vererek yaşamamız gerektiğini de…
“El Fatiha” sesine kulak verdiğim ve tanımadığım insanların affı için Fatiha okuduğum da çok oldu. Tabii, insan düşünmeden edemiyor yine, tanımadığımız biri de bizim için dua eder mi diye… Peki, tanıdıklarımız eder mi? Kaç gün dua ederler? Ne kadar içten ederler dualarını?
“Acı ama gerçek…” diye başlayan çok cümle ile karşılaşmışsınızdır. Bu da onlardan biri olacak belki de, “Acı ama gerçek.” unutulacağız. Yaşarken unutuluyoruz, bazıları ölümümüzü bile beklemiyor yâni. Daha yaşarken, unutuluyoruz. Vefat ettiğimizde de, en fazla bir ay veriyorum dertlenmeleri, ağlamaları için. Sonrasında sevdiklerimiz, yokluğumuza alışacak, unutulacağız ve yeniden gülecekler. Evlât olduğumuz için, belki de anneciğimiz kardeşlerimizi basacak bağrına…
Tam da bu konu üzerine - güzel mi demeli, yoksa acı verici mi bilemedim - halamın kızı, birkaç gün önce bir fotoğraf gönderdi. Şöyle yazmış, “Annemin iş yerinde çalışan bir amca var, Hakkı Dedeme çok benziyor, bak. Sen de bu fotoğrafı dayımlara gönderir misin?” Baktım. Sahiden de yıllar önce Hakk’ın rahmetine kavuşan Hakkı dedeme çok benziyor. Yalnız –sözlerimde elbette suçlama yok- bu fotoğraf aklıma bazı soruları getirdi,
-Dedeme benzese de, o dedem mi?
-Onun gibi gülebilir mi?
-Onun gibi midir sesi?
-Fındık kırmamı istediğinde, benim yememe izin vermeden, elini uzatıp sürekli “dım, dım” diyecek mi?
-Ezberlediği Keloğlan filmlerini seyrettiğinde, onunla televizyon kavgası yapsam, yine beni kovalayacak mı?
Hem bir kere dedem, patates burunlu…
Sırf benziyor diye başkalarını, sevdiğimiz insanların yerine koyabilir miyiz? Kaybetmeden önce ne kadar sevdik? Ne kadar aradık ya da ne kadar görmek istedik? Gün 24 saat ise, bunun kaç saatini, hadi bu fazla oldu, kaç dakikasını ona ayırdık?
Evet, düşünüyorum ölümü. Ölümü düşünmeden yaşamak, intihar gibi geliyor. Ölümü düşünmek de karamsarlık, umutsuzluk gibi algılanmasın, değil!
Aceleciyim bazı konularda. Sevdiğimi söyleme konusunda meselâ. Sevdiklerimi görme konusunda. Onlarla içten sohbet etmek varken, başkaları ne yapmış, nereye gitmiş gereksizliğini geçip, “sadede gel” diyecek kadar sabırsızdım. Eli bırak, sen nasılsın, diyecek kadar sabırsız. Çünkü benimle paylaşılacak her duygu, gönlüme nakış nakış işlenecekti. El emeği göz nuru diye bahsedilen çeyizler, bu duyguların yanında ne ki?
Bugün de cenaze var. İnsanlar üzgün. Dudaklarında, “O`nu sevdiğimi söyleseydim, O`nu kırdım, O`nu görmeye gelmedim, son kez bakamadım yüzüne…” pişmanlıkları var belki de.
Her kayıp can yakar. Canımızı bir de pişmanlıklar yakmasın…
GENÇ'ın Yazısı.