Medeniyetlerin Kesiştiği Nokta Suriye
Bütün İslam ülkelerindeki genel bir özelliktir bu. Çarşının yolları sizi camilere götürür. Çünkü Müslümanlar ticari hayatlarını ibadet hayatından ayrı tutmazlar hiçbir zaman. İşte burada, çok daha net görme imkanımız oluyor bunu.
Biz, Hamidiye çarşısının girişindeyken başlıyor ezanlar okunmaya. Gönlümüzde bir an önce Emevi Camiine ulaşmak, bir vakti bu kadim camide kılmak arzusu var. Adımlarımızı hızlandırıyoruz. Uzunca bir yürüyüşten sonra, bütün cıvıltısı ve renkleriyle çarşıyı geçiyoruz. Ama önce devasa sütunlar karşılıyor bizi. Roma’nın lüks ve debdebesinin izlerini taşıyan sütunlar.. Az ötede mütevazı Emevi Camii! Sütunlar, Emevi Camii ve çarşı, Suriye’yi özetliyor sanki. Roma dönemi, İslam Medeniyetinin ilk parlak asırları ve Osmanlı..
Suriye, Müslümanlar tarafından fethedilene kadar pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış. Hititler, Aramiler, Romalılar bunlardan bazıları. Romalılar döneminden pek çok kalıntı bulunuyor Suriye’de. Özellikle Busra’daki antik eserler, bu bölgenin Roma için önemini gösteriyor. Bugün için küçük bir belde olan Busra, Roma’nın o dönemdeki Arap vilayetlerini yönettiği merkeziymiş.
Sonra Ebu Ubeyde İbn Cerrah (r.a) komutasındaki İslam ordusu, Roma ordusunun göğsünü delik deşik ediyor(636). İşte o gün Suriye’nin tarihinde yeni bir dönem başlıyor. Bu kırık dökük, bu ruhsuz coğrafyaya hayat vermek için yüzlerce sahabi geliyor buraya.
En başta Peygamberimizin müezzini Bilal-i Habeşi (r.a).. İçindeki peygamber hasretini, ancak O’nun evrensel mesajını buralara taşıyarak dindireceğini düşünüyor sanki. Ebu’d-Derda (r.a), gönüllerin Kur’an ışığıyla aydınlaması için bambaşka bir gayreti kuşanıyor. Büyük İslam komutanı Halid İbn Velid (r.a), onca kahramanlık ve fetihten sonra Humus’u ebedi istirahatgâh olarak seçiyor.
Batıda İspanya’yı, doğuda Horasan’ı, kuzeyde Kafkasları, güneyde Yemen’i içine alan İslam devletine başkentlik yapıyor Şam. İlk İslam medeniyetinde parlayan bir yıldız oluyor. Emevi Camii bütün ihtişamıyla Müslümanların o ilk dönemlerini temsil görevini yürütüyor.
Gerçekten Emevi Camii İslam tarihinin hemen bütün safhalarına şahit olmuş bir ulu mabet. Hatta daha öncesine.. Çünkü camii önce kilise olarak inşa edilmiş, sonra camiye çevrilmiş. Aslında yüzlerce yıldır, putperestlik altında susayan bu eski Ortadoğu beldesini tevhide kandırmanın ilk adımıdır bu. Camii zaten, farklı dönemlerde inşa edilen mimari unsurları ve zarif minareleriyle yepyeni bir hüviyete kavuşmuş.
Daha sonra Abbasiler, Selçuklu Atabeylikleri, Eyyubiler, Memlukler bu coğrafyaya hakim oluyor. Busra’da Roma yıkıntıları yanında taa Hz. Ömer döneminde yapılmış bir caminin dimdik ayakta durduğunu görüyor, seviniyorsunuz. Hemen yanı başında atabeyler döneminden kalma bir Türk hamamına rastlıyorsunuz. Hama’da, tarihi M.Ö. 500’lere kadar uzanan su depolarının yanında, Nureddin Zengi tarafından yaptırılan camiinin tabii güzelliklerle eşsiz uyumuna şahit oluyorsunuz.
Halep’in o devasa kalesini gezerken Eyyubilerin bu topraklardaki parlak günlerini düşünüyorsunuz. İşte orada Selahaddin-i Eyyubi geliyor akınıza; Haçlılara büyük darbeler indirip Kudüs’ü geri alan dahi! Selahaddin’in Emevi Caminin yanındaki türbesi başında, ruhuna fatihalar göndermeyi bir borç biliyorsunuz.
Yine Halep’teki Memluk valisi Ergun tarafından yaptırılan Bimaristan gözlerinizi kamaştırıyor. O günün şartlarına göre çok ileri düzeydeki bir akıl hastanesi burası. Burada, en modern cihazların kullanılmasına, hastaların su sesiyle tedavi edilmesine şaşırmadan edemiyorsunuz.. Müslümanların farklı dönemlerine ait bunlar gibi pek çok eser, rengarenk Suriye tablosunun güzelliklerinden bir parçayı yansıtıyor.
Osmanlının Suriye’yi fethiyle bir başka parlak dönem başlıyor Suriye için. Bütün bu medeniyetlerden sonra Osmanlıların eserleri bir taç gibi giydiriliyor Suriye şehirlerinin başına. Şam’da, Halep’te adım başı bir Osmanlı eseri görmek mümkün. Bu eserler, adeta öncekilerle boy ölçüşüyorlar. Kendi özgün mimari tarzları ve estetikleriyle..
Bu bakımdan Osmanlının mimarideki zirve ustası Koca Sinan’ın Şam’a bir eser bırakmaması düşünülemezdi. İşte Şam’daki Süleymaniye külliyesi, Osmanlının şehirdeki dört yüz yıllık hakimiyetinin bir mührü! Süleymaniye bütün ihtişamıyla ayakta duruyor durmasına da mahzun bir edası var sanki. Külliyenin bakımsız olduğu gözlerden kaçmıyor.
Son Osmanlı Padişahı Vahdeddin Han’ın Süleymaniye külliyesindeki mütevazı kabri bu hüznü derinleştiriyor biraz daha. Kendi öz ülkesinden sürülüp çıkarılan bu talihsiz insana kucak açmakla, bu toprakların insanları bir anlamda vefa borçlarını ödüyorlar. Bunca yıldır, adaletle bu ülkeyi yöneten, mamur eden Osmanlıya bir şükran nişanesi sergiliyorlar.
Abdülhamid Han’ın İslam Birliği siyasetinin bir parçası olan Hicaz demir yolu Şam’dan geçiyor. Haydarpaşa’dan kalkan tren, Hac yolundaki Müslümanlara bir ittihad ve tarih şuuru vere vere Medine’ye revan oluyor. İşte bütün canlılığı ile Hicaz tren istasyonu! Yine o büyük dehanın Şam’a en güzel hediyesi Hamidiye çarşısı! Burada gezerken adeta İstanbul’u Şam’da yaşıyorsunuz. Bütün bu eserler ecdadımızın Şam’ı İstanbul’dan ayrı görmediklerinin bir göstergesi zaten.
Osmanlının önem verdiği bir başka şehir Halep. Hatay, Antep, Urfa gibi şehirlerin bağlı olduğu bir eyalet merkezidir Halep. Halep kalesinden şehri kuşbakışı seyrettiğinizde şehirdeki Osmanlı izlerini daha rahat görebiliyorsunuz. Mesela, Mimar Sinan’ın ilk eseri Hüsrev Paşa Camii Halep’te. Özellikle Halep kapalı çarşısı çok otantik bir yapıda. Hamidiye çarşısı, tekdüze uzayıp giderken, Halep çarşısı çok geniş bir alan üzerinde, girintili çıkıntılı.
Benim çarşıda en çok dikkatimi çeken, beş on adımda bir çarşının mescidlere açılması. Halep’teki yine Emeviler dönemine ait Emevi-Zekeriya Caminin içinden doğruca kapalı çarşıya çıkıyorsunuz. Aslında bütün İslam ülkelerindeki genel bir özelliktir bu. Çarşının yolları sizi camilere götürür. Çünkü Müslümanlar ticari hayatlarını ibadet hayatından ayrı tutmazlar hiçbir zaman. İşte burada, çok daha net görme imkanımız oluyor bunu.
İkindi namazından sonra, Halep Emevi camiinin kürsüsünde ilmi bir sohbet yapılıyor. İslam’ın ilim adamı niteliklerine sahip bir zat, arı duru Arapça’sı ve hitabetiyle bu coğrafyanın eski ilmi deviniminden hiçbir şey yitirmediğini gösteriyor.
Evet, Suriye ilmi bakımdan İslam dünyasının kalbi gibidir. Kendi sahalarında zirve olan pek çok alim bu coğrafyadan çıkmıştır. Şam’da ziyaret ettiğimiz Tarih-i Dimeşk’ın müellifi İbn Asakir, Neva’da büyük hadis alimi İmam Nevevi, Busra’da medresesini gördüğümüz İbn Kesir onlardan sadece bir kaçı.
İslam maneviyatının büyük üstadı İbn Arabi’yi de unutmamak gerekir. Kendisini ziyaretten sürur duyduğumuz bu büyük insan, onca İslam ülkesini gezip dolaşıyor. Mekke ve Medine’de mücavir oluyor. Ahir ömründe ise gelip Şam’a yerleşiyor. Ve fani dünyada hoş bir sada bırakırken, hayata burada kapıyor gözlerini.
***
Kardeş ülke Suriye’ye geç kalmış bir ziyareti yapmış olmanın mutluluğu içindeyim. Tabii sadece benim için değil bu gecikmişlik. Tüm halkımız için böyle. Yüzyıllardır bağımız, coğrafi yakınlığımız, iç içe tarihimiz olan bir ülkeye bu kadar uzak kalmış olmak anlaşılır bir şey değil gerçekten. O kadar ki Halep, belki iki ilimizden daha yakın bize. O kadar uzaklaşmışız ki, bu yakınlığın bile farkında değiliz.
Ama çok şükür ki artık Türkiye’den akın akın insanlar gidiyor bu ülkeye. Emevi iktidarı döneminde farklı bir yürek olarak atan Ömer İbn Abdülaziz’e (r.a) de düşürüyoruz yolumuzu. Büyük halifenin kabri de hayatı gibi sade ve gösterişsiz.. Türbedarı, İslam dünyasından en çok ziyaretçinin Türkiye’den geldiğini söylüyor bize. Hatta son üç yılda bu sayı epeyi artmış. Bu da iki ülke insanı arasına atılan nefret tohumlarının günbegün çürüyüp gittiğini gösteriyor.
Bu ziyaretime kadar Suriye’nin bu denli önemli bir coğrafya olduğunun farkında değildim kesinlikle. Evet, burası gerçek bir medeniyetler mozaiği. Bu bir tarafa, bizim din, tarih ve medeniyetimizin vazgeçilmez bir parçası. Orada bulunduğum süre boyunca bunu iliklerime kadar hissettim. Bir akşam üstü Halep’ten ayrılırken Abdülhamid Han’ın saat kulesi, kendimizi buralardan ayrı düşünemeyeceğimizi bir kez daha hissettiriyordu bize.
Mesut Kaya'ın Yazısı.