Uyuyan bir devasa bilgi yığını olan felsefeyi tekrardan ve ataletten kurtarır. Kant düşünceleriyle felsefeye yeni bir dinamizm katar. Akıl ve deney arasındaki bağlantıyı ortaya koyan ilk modern düşünürlerdendir.

Alman aydınlanmasının babası. Bin yıldır uyuyan devi uyandıran adam. Eleştirel felsefenin öncüsü. Monoton bir hayat yaşayan ama batı düşüncesinde devasa bir çığır açan cins insan. 18. yüzyılın Platon’u. İnsanlık tarihinin yetiştirdiği en ilginç zihinlerden biri. Modern düşüncenin başlangıç ismi. Felsefe tarihine dair birkaç cümle kurmak isteyen herkes ona selam vermek zorunda. Laik dünya görüşünün arka plan tasarımcısı: Immanuel Kant.

1724’de Doğu Prusya’nın bir kasabasında dünyaya gelir. Eğitim hayatında Leibniz ve Woolf’un sarsıcı düşünceleri ile karşılaşır ve onlardan fazlaca etkilenir. 1755’de doçent olur ve sosyal bilimler alanında dersler vermeye başlar. Kant’ın asıl ilgi alanı başlangıçta fizik ve astronomidir. Takdir edersiniz ki o tarihlerde sosyal bilimler tam kıvamını bulamamıştır. O dönem, fizik ve felsefenin, matematik ve sosyolojinin aynı potada eritilerek okutulduğu bir dönemden, pozitif ve sosyal bilimler ayrımına geçildiği bir dönem. 1770’e geldiğimizde ise bizi asıl ilgilendiren Kant ile karşılaşıyoruz. Aydınlanma düşüncesinin babalarından Hume ve Rousseau’nun etkisiyle eleştirel felsefesini geliştirir. Latinceyi iyi bilir, hayatı boyunca Latin klasiklerini elinden düşürmez.

Kant’tan Önce, Kant’tan Sonra

Kant, kendisinden sonraki dönemi belirleyici olarak etkiler. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü hâlâ düşünce tarihi anlatılırken, “Kant’tan önce ve Kant’tan sonra” denir. Ahlakın ve dinin rasyonelliğini savunur. Bu düşünce o dönemler için oldukça rağbet gören bir düşüncedir. “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyerek ontolojik yapısını düşünmeye bağlamasıyla bildiğimiz Descartes’in rasyonalizminden ve Hume’un empirizminden önemli öğeleri alarak kendi özgün bilgi kuramını geliştirir.

Nicolas Kopernik (1473-1543) evrenin merkezinin zannedildiği gibi dünya olmadığını aksine güneş olduğunu söylediğinde; hayata, insana, eşyaya dair düşünce üretmeye çalışan herkesi sarsmıştı, çünkü dünyanın merkezde olduğu düşüncesi bir anlamda insanın merkezde olduğu düşüncesini meydana getirmişti, ama merkezde güneş olduğu fikri tüm tabuları yıktı. Kant da aynısını felsefede yaptı. İnsanın var edilen bir dünyaya gelmediğini, kendi dünyasını var ettiğini iddia etti.

Şair Heinrich Heine (1797-1856), Kant’ın yaşadığı şehirde hiç aksatmadan, her gün aynı saatte günlük gezisine çıktığını, şehir halkının saatlerini ona göre ayarladıklarını söyler. Yalnızca iki gün bu ritüeli aksattığı söylenir, biri öldüğü gün, diğeri Rousseau okuduğu gün. O kadar çok etkilenir ki iki gün evden çıkmayıp, tekrar tekrar okur. Aslında diğer şeyleri de aynı zamanda yaptığı söylenir, yemek, uyku, uyanma, çalışma... Seyahat etmemiş, yaşadığı kentten çıkmamıştır.

“Duyguyla mı biliriz yoksa akılla mı?” gibi yüzyıllardır sorulagelen soruya özetle “akıl bir kap gibidir, içine konulan bilgi onun şeklini alır” diyerek bilginin izafiliğini iddia eder. Üç temel eleştirisi ile felsefede yeni bir dönemi başlatır. 1781’de saf aklın eleştirisi, 1788’de pratik aklın eleştirisi, 1790’da yargı gücünün eleştirisi. Nedensellik, zorunluluk, olasılık gibi kavramlara dair daha önce dile getirilmemiş açılımlar sunar.

“Kendi Aklını Kullanma Cesareti Göster”

Uyuyan bir devasa bilgi yığını olan felsefeyi tekrardan ve ataletten kurtarır. Kant düşünceleriyle felsefeye yeni bir dinamizm katar. Akıl ve deney arasındaki bağlantıyı ortaya koyan ilk modern düşünürlerdendir. “Kendi aklını kullanma cesareti göster” diyerek felsefe geleneğine ciddi anlamda bir başkaldırı yapar. Aristo, Platon, Aristoteles gibi düşünürlere dayanmadan da felsefe üretilebileceğini gösterir. Batı felsefe tarihi Antik Yunan’dan bu yana Aristo ve Platon’u tekrarlamaktan başka bir şey yapmazken, Kant 18. yüzyılın Platon’u olur.

Halbuki İslam dünyasında hem Kant’ın ifade ettiği eleştiriler hem de Aristo felsefesinin ötesine geçmek anlamında Gazali, Farabi, İbni Sina, İbn Rüşd gibi isimlerin çok önemli düşünceler ifade ettiklerini ve kıymetli tartışmalar gerçekleştirdiklerini biliyoruz. Ama maalesef o dönemde kalır bu düşünceler, ileriye taşıyacak bir babayiğit ne Osmanlı’da ne de sonrasında görülmez. En iyisini yapanların yaptığı en iyi şey, iyi bir tekrardan öteye gidemez.

İmanı mı İlmileştireceğiz, Yoksa İmansızlığı mı?

Muhammed İkbal akıl hakkında yapılan tüm spekülasyonlara ‘moloz yığını’ der. Kant hem yaşadığı yüzyılda hem de günümüz çağdaş batı düşüncesinde ‘moloz yığınlarının’ baş mimarı olarak karşımızda duruyor. Tüm insanlığa türlü sıkıntılar yaşatan Batı medeniyetinin bu hale gelmesinde belki de en fazla etkili olan isimlerden biri o. Kant’ın metafiziğe dair yaptığı eleştirilerini tartmadan almamız mümkün mü? Kant, metafiziği kabul etmekle birlikte son sözü söyleyenin bilim olması gerektiğini söyler. Bildiğimiz ve iman ettiğimiz metafiziği yıkıp yerine ‘akla dayanması zorunlu olan yeni bir metafizik’ kurduğunu iddia eder. Bu metafizik onun deyişiyle “bilimin güvenli yoluna” sokulmalıdır. “Aşkın şeylerin bilgisinin imkansızlığını” savunarak tüm inanışlara meydan okur. Akla dayalı bir yol çizebileceğimizi, vahiy gibi metafiziksel şeylere ihtiyaç duymadığımızı söyler.

İslami ilimlerin ilk dönemlerinde ortaya çıkan kelam, imanı ilmileştirmeye çalışırken, Kant gibi isimlerin imansızlığı ilmileştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bugün laik dünya sisteminde dinin vicdanlarda kalması gerektiği, dinin toplumsal normları düzenlemede etkisinin olmaması gerektiği söyleniyor. Bu söylemlerin arka planında aslında Kant’ın metafizik düşüncesi var. Bizim bunu kabul etmemiz elbette mümkün değil.

Pratik Aklın Eleştirisi onun en önemli eseri. Salt Aklın Sınırları İçinde Din kitabı da onun düşüncelerinin kavranması açısından mühim bir kitap. Bunların haricinde Ahlak Metafiziği, Yargı Gücünün Eleştirisi, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi gibi eserleri var. Kant öldüğü zaman tüm şehir halkı cenazesine katılır. Mezar taşına “üstümde yıldızlı gök, içimde ahlak yasası” yazılmasını ister. Çelimsiz vücudunun muhalefetine rağmen 80 yıl yaşar. 1804’de aynı şehirde ölür.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.