Dünyanın Zirvesine Yolculuk
Buz üstünde yürüyorum. Kar taneleri gıcırdıyor ayaklarımın altında. Rüzgâr süpürüyor yerleri. Dört bir yanım gökyüzüne kadar bembeyaz uzanıyor. Bu çöl soğuk, ne bir tepe var ne de ufak bir tümsek.
Sessizlik uyandırdı beni. Şehir kaybolmuş. Yerini beyaz bir örtü almıştı. Tanıdık ağaçlar, evler, bahçeler ve arabalar yoktu. Sesler çarpışmıyor, yumuşak karlara gömülüp kayboluyorlardı. Toprak, yeşil çimler ve solucanlar neredeydi? Yollar ne renkti bu ülkede? Kar taneleri havada süzülürken odadan çıktım. Günün ilk ışıklarıyla karlı bir zeminde bata çıka yürüdüm. Dünya mavi beyaz bir renk almıştı. Bulutlar aralandığında güneşin soluk ışıkları yayıldı. Yollar bomboş. Sivri çatılı, pembe bir kiliseye rastladım. Kocaman ağaçların gölgesi vurmuştu üstüne. Camlarında kandil ışıkları oynaştı. Deniz kenarına kadar yürüdüm. Kayıklar ve yelkenliler buzlar arasında sıkışıp kalmış. Uçsuz bucaksız beyazlığa bakıyorum. Üstümdeki kat kat giysilere rağmen üşüdüm. Otele dönmeliyim. Oysa başımı sokacağım sıcak bir odam yok. Buz otelde kalıyoruz. Duvarlar, lokanta, banklar ve en önemlisi de yataklar buzdan. Gece yarısı kaydıraklardan kayıp, buz masalarda kahve içerek ısındık. Baharda eriyerek yok olacak otelin lobisi tahta bir kulübe. Kız kardeşim geceyi koltuklarda geçirmeye karar verse de biz hayvan postlarının üstüne yaydığımız tulumlarda uyuduk. Sadece gözlerim ve burnum dışarda. Su şişesini donmasın diye tulumun içine attım. Fakat ayakkabılarıma yer yok.
Kahvaltıda ısındık ama yolculuğumuz daha da soğuklara. Sampo Buz Kıran Gemisiyle Artik denizinde dört saat yol aldık. Sert zemini ağırlığıyla kırarak ilerliyor gemi ve arkasında parçalanmış buz kütleleri bırakıyor. Demir atmadan durdu açık denizde. Sadece merdiveni indirdi. İsteyen deniz üstünde yürüdü, isteyense özel giysiler içinde yüzdü. Deniz suyu daha sıcak olduğundan buharlar yükseliyordu. Kauçuk kıyafetlerle suya girenler ne ıslandı ne de üşüdü. Buz üstünde yürüyorum. Kar taneleri gıcırdıyor ayaklarımın altında. Rüzgâr süpürüyor yerleri. Dört bir yanım gökyüzüne kadar bembeyaz uzanıyor. Bu çöl soğuk, ne bir tepe var ne de ufak bir tümsek. Gölgemi bıraktım arkamda. Yalnızım.
Dünyanın tepesindeyim. Ağaç dallarından buzlar sarkmış. Tabiat uykuda. Nehirler sessiz. Kakslauttanen’e vardığımızda gece olmuştu. Karanlıkta iglomu (yarım daire şeklinde camdan oda) bulamadım. Hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Soğuk parmaklarından yakalıyor insanı ve sinsice ele geçiriyor. Kıpırdamak acı verse de ısınmak için koştum. Anahtar soğuktan buz tutup elime yapıştı. Kırılan tırnaklarımı hissetmedim. Cam kubbeden odaya girdiğimde bir müddet kendime gelemedim. Telefonum donmuş işlemiyordu. Fotoğraf makinem elli derece fark sebebiyle buharlandı. Parmaklarım düğmelerimi açmaktan aciz. Kabanla oturdum ve sıcağın beni ele geçirmesine müsaade ettim. Yıldızları seyrederken biraz daha sarılıyorum sıcağa. Yorgunum.
Uyandığımda kar yağıyordu. Geceyi aydınlatan ateş böcekleri gibi indiler yeryüzüne. Kimi ağaç dalına kondu kimi toprağı örten binlercesinin yanına. Bulutlara dönmek isteyen hiç olmadı. Kristal bir dünyayı seyrettim camın arkasından. Bir geyik geçti. Kürkünü kıskandım. Onun yerinde olup saatlerce koşmak istedim. Karlar gövdemi sarana kadar koşmak. Çamların gövdesinde boynuzlarımı kaşımak. Üşümeden gökyüzüne uzanmak ve tek bir yıldızı cebimde saklamak. Yaralı tilkiyi yuvasına taşırken nefesimle ısıtmak ve günün ilk ışıkları gökyüzüne ulaşmadan yeniden ben olmak.
Kuzey kutbuna veda zamanı, pistler bembeyaz. Kar taneleri tek tek göründü karanlıkta. Kalkıştan hemen önce uçaklar ilaçlı suyla yıkandı. Uçağa binerken son bir kar tanesi kondu yanağıma.
Hande Berra'ın Yazısı.