Ağlayan Şehirde
Avluda selamlaşmalar, birbirinin bölgesine geçemeyen Müslüman kardeşlerin kucaklaşmasına şahit olurken, Mescid-ül Aksa’nın 4 minaresinden yanık yanık Fetih suresi okunuyor. Bu sırada gökyüzü bile bu manzaraya dayanamayıp kutsal şehir için ağlıyor...
Davud’un şehri, Süleyman’ın mabediyle tarihinin en önemli şehri olur. Vahye dayalı tüm dinler için kutsal ve önemli olsa da, onun için dökülen kanlara ağlıyor. Ziyarete gelenleriyle aydınlansa da yüzü gözyaşlarını durduracak tek şey İslam’ın ayak sesleri olsa gerek. Taş evlerin arasındaki daracık sokaklardan geçerek peygamberimizin ziyaret edilmesini tavsiye ettiği kutsal topraklarda, Mescidü’l Aksa’ya doğru ilerliyoruz. Sabah ezanı alaca karanlıkta hüzünle yankılanıyor. Pek çok peygambere ev sahipliği yapan, İsra ve Miraç mucizesine şahit olup, peygamberin Burak’tan indiği, Musa’nın kavminin gelmekle emrolunduğu toprak o kadar mübareksin ki! Peygamber Efendimiz senin adını kendi mescidi ve Rabbinin mescidi ile andı. Oysa ki askerler, silahlar, ezilmiş Müslümanlar ve hüzün dolaşıyor sokaklarında. Kontrolden geçerek avluya girebiliyoruz. Karşımıza altın olmayan kubbesi ile Mescidü’l Aksa çıkıyor. İsrailoğullarının oyunu çoğu genç Kubbetüs Sahra ile karıştırıyor. Bunun sebebi tüm resim ve şehrin reklamlarında; altın kubbesi, mavi çinileriyle göz önünde tutulması. Hz.Muhammed’in bütün peygamberler ile namaz kıldıktan sonra Miraca yükselirken onu takip etmek isteyen, Cebrail (a.s)’in “sakin ol ey taş!” diye durdurduğu taşa hürmet için yapılan camii oysa ki.
Mescidü’l Aksa’nın içi huzur dolu. İnce kalem işlemeleri, kemerli sütunları, tahta kirişleriyle bir sanat eseri olmasının yanı sıra manevi ruhu derinlemesine yaralıyor insanı. Genç cemaat dikkatimizi çekti. Müslüman olduğunu ispatlasalar bile namaza rahat giremiyorlar. Bazı bölgelerde yaşayanların özel belge almaları gerektiği halde, hiç yılmadan cemaate devam etmeye çalışıyorlar. Bu da ziyaretçilerin aklına şu soruyu getiriyor: “Ben özgür ülkemde cemaate ne kadar devam ediyorum?”
Namaz çıkışı avludan ayrılamadık. İnce zarafetiyle şadırvanlar Osmanlı`ya aidiyetini ortaya koyarken, kemerli giriş kapılarının gölgesi, güneşin doğarken mermere bıraktığı kızıllıkla karışıp namazdan çıkanları selamlıyordu. Sabah mahmurluğunu atmak için bedevi kahvesi veya taze sıkılmış nar suyu içmeden olmaz.
Yebusiler tarafından kurulan 4500 yıllık şehir M.Ö.1050`de Hz. Davut’un fethiyle ünlenir. Onun topladığı malzemelerle ve tespit ettiği yere oğlu Süleyman tarafından inşa edilir. Ne keser ne çekiç sesi duyulmadan yedi yılda tamamlanır. Mescid-i Haram`dan sonra insanların ibadeti için yapılan ikinci mabettir. Museviler mabedin dünya yaratılmadan var olduğuna ve Hz Adem`in de bu noktada yaratıldığına inanırlar. Günümüzde Süleyman mabedinin kalan duvarı düşüncesiyle, ağlama duvarında yakararak dua ederler. Hz. Ömer de imzasını Kudüs tarihine atar. 636`da burasını Bizans`tan alır. Bizzat kutsal topraklara gelerek şehrin anahtarını patrik Seferyanus’tan teslim alarak “Ömer belgesini” teslim eder. Pek çok dine ve millete sahip halkı bağrına basarak tüm hak ve özgürlüklerini sağlar. Daha sonraları haçlılar ondan sonra Selahattin Eyyubi şehrin varisleri olurlar.
Zeytindağı’na çıkıp panoramik olarak şehri seyredip, Beytlahm şehrinde Hz. İsa’nın doğduğu mağara üzerindeki kiliseyi ziyaret ettik. Selman-ı Farisi, Rabiatül Adeviyye, Hz.İbrahim, İshak veYakup peygamberin eşlerinin kabirlerinin bulunduğu camiyi ziyaretten sonra Hz.Davut’un kabri, Hz. Musa’nın makamı ve Hz.İsa’nın son yemeğini yediği zeytinlik ziyaretiyle gezimizi tamamladık. Günümüz de Lut Gölü`nün çamurlu suyunu güzellik için kullananlar olsa da büyüklerimizin tavsiyesi üzere bu lanetli karanlık sudan uzak durmayı tercih ettik.
Cuma namazının anlamı bu beldede çok duygusal ve bambaşka. Avluda selamlaşmalar, birbirinin bölgesine geçemeyen Müslüman kardeşlerin kucaklaşmasına şahit olurken, Mescid-ül Aksa’nın 4 minaresinden yanık yanık Fetih suresi okunuyor. Bu sırada gökyüzü bile bu manzaraya dayanamayıp kutsal şehir için ağlıyor...
Hande Berra'ın Yazısı.