Ömer Dursun / Genç Haber Merkezi

Yaklaşık yirmi-yirmi beş gündür basın yayın organlarının haber sayfalarının küçük bir bölümünde ilmî ve fikrî hayatın önemli öncülerinden biri olan ilâhiyat fakülteleri ile ilgili büyük bir mevzu tartışılıyor.

Mâlumunuz olduğu gibi YÖK Genel Kurulu’nun almış olduğu ve YÖK tarihinde ilk kez uygulanan bir karar var, o da “ilâhiyat fakültelerinde isim ve müfredat değişikliği”. Hemen belirtelim ki YÖK geçmişinde hiçbir fakültenin müfredatını kendi kurul kararıyla düzenlememiştir. Her noktada olduğu gibi ilâhiyatlar yine burada da bu değişime öncülük yapıyorlar.

Müfredat içeriğinde, felsefe ve felsefe grubu olan dersler birleştirilerek kredi sayıları düşürülmüş ve tek bir ders adı altında toplanmıştır. Bu karara bazı fakülteler bir bildiri yayınlayarak karşı çıkmış, bazıları da sorgusuz sualsiz uygulamaya başlamışlardır. Karşı çıkanlar da çıkmayanlar da belirli noktalar da haksız değiller.

Bu tartışmalarda istişâre ve şûrâ yapılmadan YÖK’ün aldığı kararın tepeden inme bir karar olduğu ilâhiyat çevrelerinde üzerinde uzlaşılan bir tepkidir. Gelen tepkiler doğrultusunda YÖK Genel Kurulu, aldığı kararı geri çekmiştir. İleride nasıl bir değişikliğe gidileceği ise meçhûldür. Bunca tartışmanın yoğunluğun arasında kimsenin aklına gelmeyen veya gelip de dillendirilmeyen bir konu var.

Bu kararların teorisinden pratiğine geçiş aşamasında bütün yükü omuzlarında taşımak zorunda kalan ilâhiyat öğrencileri ve onların görüşleri. Bir dersin faydalı olup olmadığının en iyi ölçütü, öğrencinin dersten ne aldığıdır. Yâni öğrencinin yetkinliğidir. Bu yetkinliği her ne kadar bazı çevreler gündemlerine almasalar da fikri hayatın kalitesini ölçme adına önemlidir.

Sosyal medya hesaplarında açılan platformlardan ölçebildiğimiz kadarıyla bu karara olumlu veya olumsuz tepki gösteren öğrenciler iki gruba ayrıldılar:

Birinci grubu Felsefe ve felsefe grubu derslerini öğrencilerine sevdirebilmiş, onların 21. yüzyılda Müslümanca var olabilmeleri için gerekli olan düşünce ve tefekkür ufkunu oluşturmaya çalışan hocalardan ders alan öğrenciler oluşturmaktadır. Bu öğrenciler derslerin kredilerinin düşürülmesine şiddetle karşı çıkıyorlar ve felsefenin gerekli olduğunu savunuyorlar.

İkinci grubu ise dersleri öğrencilerin burnundan getiren, kendi egoist çıkmazları ile öğrencileri bir belirsizlik ve anlamama uçurumuna sürükleyen, tâbiri câizse “illallah” dedirten hocalardan ders alan öğrenciler oluşturmaktadır. Bu öğrenciler ise kredilerin düşürülmesini savunuyorlar ve derslerin kendilerine bir faydası olmadığını düşünüyorlar.

Önemli meselelerde ashabının görüşlerini alan ve onların görüşlerine değer verip değerlendiren bir peygamberin kardeşleriyiz. Büyüklerimizin ve hocalarımızın da böylesine önemli bir meselede ilâhiyat öğrencilerini bu değişim sürecindeki karar alma mekanizmasına dâhil etmesi gerekir. Gelecekteki dinî ve fikrî hayatın savunucusu bu nesil olacaktır. Dolayısıyla onların hayatlarını ilgilendiren bu mevzuda sizlerin derin ilmi ve tecrübeleri ışığında öğrencilerin görüşlerinin de değerlendirmeye alınması gerekir.

Tartışmalara bakılırsa felsefe konusu birkaç ay daha gündemin küçük bir köşesini işgal edecek gibi duruyor. Bu tartışmalar devam ederken son birkaç şey daha söylemek isterim. Kabul edelim ki İlâhiyatın olmazsa olmazlarından birisidir felsefe ve felsefî düşünce. Her ne kadar sınav dönemlerinde zorlansak da sınav psikolojisinden çıkıp rahat bir şekilde düşününce, felsefenin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. İtiraf edelim ki bize felsefeyi sevdirmeyen tek etken dersi verenlerdir. Zaten zor olan bir dersi bir de hocalar zorlaştırınca iş çığırından çıkıyor. Önemli olan bir ders önemsiz oluveriyor. Felsefe bir iman-küfür sorunu gibi görülmeye başlanıyor. İşte bütün problem felsefede değil felsefeyi anlatanlarda. Aslında YÖK’ün yapması gereken derslerin yetkinliğini değil hocaların yetkinliğini ölçmek ve hocalar için bir karar almaktır. Hiçbir endişeye kapılmadan söylemek gerekir ki felsefe bizi dinsiz yapmaz.


GENÇ'ın Yazısı.