Te-Le-Ke
Bir çocuğun hazinesinden haberli ya da habersiz, “kuş kanadı kalem olsa, ah yazılmaz benim derdim” makamındaki nice hanım… Allah bilsin kıymetinizi ve yine de bildirsin kullarına da.
İnsanın içindeki kötülüğü,onun koşar adım kendisine doğru gelişinden, duruşundan, kokusundan, gözlerinden çıkan alevden fark eden kuş, can havliyle kanatlarına asıldığında, yukarı biraz daha yukarı diye sanki en yüksek dağ olan gökyüzüne tırmanmaya çalıştığında, çare yok arkasında mücadele izi bırakır. Tozlar diner, kötü çocuklar kötü kötü gülerken, usulca, salına salına bir kuş kanadı düşecek olur yere. Telek. Düşmez, ufacık bir yüreğin, pek de güzel, bakımlı görünmeyen, soğuk suların, ağır yüklerin, ucuz deterjanların, sivri kıymıkların izini taşıyan küçük eline konuverir. İşte bir hazine.
Her hazine defterlerin arasında saklanmaz ya. Bazıları için sadece insandır muhafaza. Bir masal mesela. Sonunu düşünür düşünür bulamaz. Masal kitabı değil, tek bir masal. Bir kartonun arkasındaydı. Abisi okumuştu ona. Sonra okumayı söküp kendisi. Kenarları kırışmasın diye halının altında mı saklardı? Masal kartı ne zaman kayboldu? Büyüdüğünde mi, evden eve taşınırken mi? Büyümek de geride acıların yıkıp harabe eylediği duyguların birinden diğerine taşınmak değil mi?
Anne sesi, bir masal gibi, odun ateşi gibi canlı. “Allah var, her şey var.”
Yuvayı Dişi Kuş Yapar!
Vaktiyle bir padişah ve güzeller güzeli kızı varmış. Padişah kızını çağırıp sormuş, yuvayı kim yapar? Güzeller güzeli “yuvayı dişi kuş yapar” demiş. Bir, iki, üç. Kızıyla aynı fikirde olmayan ve kızının fikrinin de değişmediğini gören padişah sinirlenmiş.Bir gün kırmızı kaftanını giydiği görülmüş. Ne zaman içinde ölüm, kan, yıkım, cellat… olan bir emir verecek olsa, bu kaftanı giyermiş padişah. Vezirler korkuyla beklemişler. Emir buyurulmuş: Ülkedeki en tembel, en miskinlerin yaşadığı mahalleye gidin. Mahalleyi ateşe verin. Yangına rağmen oradan kaçamayacak kadar tembel bir adam olursa, onu derhal huzuruma getirin!”
Söylenen yapılır. Gerçekten de yangından kaçamayacak kadar miskin bir delikanlı vardır mahallade. Onu alırlar, padişahın huzuruna götürürler. Padişah, kızını bu delikanlı ile evlendirir. Bir nevi, yap bakalım yuvanı, der.
Padişahın kızı bu miskin adamla evlenip,onun yaşadığı mahallaye taşınınca,hallerine acıyan bazı komşuları onlara yardıma niyet ederler. Kız, hiçbir şey istemez. Sadece hergün bir tas zeytinyağı rica eder komşusundan. O zeytinyağı ile her gün kocasının vücudunu ovar, şifa niyeti ile. Adam bir süre sonra canlanır, kuvvetlenir, kendine gelir. Bir kervan ile yola çıkar. Yolda kervanın suyu biter fakat en yakındaki su kuyusu,belalı bir kuyudur. İnenin bir daha çıktığı görülmemiştir. Delikanlı yine de kuyuya iner. Aşağıda ihtiyar bir dede vardır.Delikanlıya şunu sorar: Bak karşında bir kurbağa, bir de güzelliği ayı kıskandıracak bir dilber var. Sence hangisi daha güzeldir? Delikanlı önce, tabi ki kız daha güzel diye cevap verecek olsa da biraz düşünür. Benim yerimde bir kurbağa olsa, şüphesiz o kızı değil, kurbağayı seçerdi, der. Bunun üzerine ihtiyara şu cevabı verir: Gönül hangisini çekerse, o güzeldir. İhtiyar bu cevaptan memnun, delikanlıya bir sepet nar verir. Helal olsun, der. Arkadaşlarının su beklentisi içinde yukarı çıkar delikanlı. Su yoktur ama nar vardır. Nar sepetini memlekette bıraktığı hanımına, padişah kızına gönderir, sefere devam eder.
Kocasından gelen emanete bir anlam veremez güzeller güzeli kız. Yine de ikramdır diye birini kırar. Narın içinden büyükçe bir elmas çıkar. Diğer narlara da bakar, hepsinde bu şekilde değerli taşlar, iri, parlak, benzersiz. Derhal işe koyulur.O miskin mahalleyi mamur eder. Öyle ki ne padişah ne de seferden dönen kocası mahalleyi tanıyamaz.
Padişahın sıkıntıya düştüğü, miskinler mahallesine gelip kızını gördüğü, mahalleyi tanıyamadığı, kızının ve damadının yardımına ihtiyaç duyduğu ve “yuvayı dişi kuş” yapar sözüne hak’tır dediği bir sonu da olmalı masalın. Vardır da.
O güzeller güzeli kız, güzelliği pek konuşulmasa da sabrı nice dudak ısırtan Anadolu kadını, köylüsü, şehirlisi, eğitimlisi,eğitimsizi, nicesi… bu sözün içini dolduran hayatlar yaşıyor, Allah’a dayanıp ya sabır diye, bu da geçer ya Hû diye kendi yuvasını imar ediyor.
Bir çocuğun hazinesinden haberli ya da habersiz, “kuş kanadı kalem olsa, ah yazılmaz benim derdim” makamındaki nice hanım… Allah bilsin kıymetinizi ve yine de bildirsin kullarına da.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.