Hiçbir şey yok olmadan ve hiçbir şeyi yok etmeden paranın yenmeyeceğini öğrenmeye çalışıyorum son günlerde. Elimde değil bazen  unutuyorum, evlerinin kapısı olmadığı halde yaşamaya çalışanları, hatta hiç evi olmayanları... Evet, nisyan. Her gün, her an nisyan.

Gazeteler tirajlarını artırabilmek için bir dönem kitap dağıtıyorlardı. Her gün bir gazete karşılığında yeni bir kitap alabiliyordunuz. Batı klasiklerinin bir kısmını ben de bu şekilde tamamladım. Maksim Gorki’nin Çocukluğum kitabını da aynı yoldan elde etmişim. Uzun  bir süre okuyamadım, ancak bir yaz günü tek bir günde bitirdim kitabı. Kitapla ilgili şu an hatırladığım çok az şey olsa da son cümlesini hiç unutmuyorum ve ne zaman kitapçıda bu kitabın yeni çevirisine rastlasam hemen en arka kapağını açıp son cümleyi okuyorum.

Gorki’nin Çocukluğum isimli kitabı “Ekmeğimi kazanmaya gittim” cümlesi ile bitiyordu. Doğru söylemiş Gorki, insanın çocukluğu ekmeğini kazanmaya başladığında bitiyor. Ama bu demek değil ki çocukluğun bittiği yerde gençlik başlıyor. Çocukluğun bittiği yerde sorumluluklar giriyor devreye. En zoru ise ekmeğini kazanmaya devam ederken çocukluğu da elden bırakmamak…

Okulların sonbahar dönemi bitti, ilk bahar dönemi başlıyor, iş hayatının böyle dönemleri yok her zaman. Çalışmak zorundasın. Yoğun temponun arasında eğitim hayatını devam ettirmeye çalışmak mı? İşte o en zoru. Tam da böylesine kasvetli bir dönemin içinden  geçerken çabaladığım yüksek lisans eğitimimin boşa geçtiğini düşünüyordum ki yazdığım makalenin çıktısını almaya gittiğim  fotokopicinin duvarına asılı tabloda yazılı olan Kızılderili atasözünü görünce rahatladım ve bir dönemi kazançlı kapattığımı düşünmeye başladım.

Tabloda “Son balık avlandığında, son nehir kirlendiğinde, son ağaç kesildiğinde paranın yenmediğini göreceksin” yazıyordu… Hiçbir  şey yok olmadan ve hiçbir şeyi yok etmeden paranın yenmeyeceğini öğrenmeye çalışıyorum son günlerde. Elimde değil  bazen unutuyorum, evlerinin kapısı olmadığı hâlde yaşamaya çalışanları, hatta hiç evi olmayanları... Evet, nisyan. Her gün, her an nisyan.

Güneyde bir yerlerde insanlar; yoksulluğa,ezilmişliğe, geri kalmışlığa, korkulara,sömürülere, tahriplere, tecavüzlere,dikta rejimlerine isyan ediyorlar. Olayların sonucunda daha iyi bir döneme mi girilecek, gelen gideni mi aratacak bilinmiyor. Ama tüm bunların ana merkezinde yine aynı şey var; ekmek kazanma kaygısı. Bu kaygı ekmeğini kazandırırken insana yüreğini ve belleğini kaybettirebiliyor.

Bir ekmeğin peşinde koşarken insan birden fazla ekmeğe göz dikiyor ve bu diğer ekmek bazen kardeşininki bile olabiliyor. Hâl böyleyken zulüm de zalim de yaşıyor, ölmüyor

Hani hep anlatılır; Osmanlı döneminde tebdili kıyafetle dükkanlara giren padişahı, esnafın siftah yapmamış komşusuna yönlendirdiğini. Maalesef bu şimdi imkânsıza yakın bir hâl. Biz de Osmanlı evlâdıyız güneyde isyan edenler de. Ama bu hassasiyet tükenmiş ikimizde de...

Gorki’nin çocukluğu ekmeğimi kazanmaya gittim diyerek bitiyor, aslında hayat bu cümleyle başlıyor. Şimdi güneydeki isyanlar, diktatörlerin bir bir devrilişiyle bitiyor gibi gözükse de oralarda da asıl mücadele şimdi başlıyor. Ekmek aslanın ağzından midesine ineli çok olsa da elin ekmeği kanla yoğrulsa da onu elde etmek için insanlar nasıl da aslanlaşacaklar şimdi göreceğiz. Tam da şimdi insanın nisyandan bir anlık bile olsa kafasını kaldırıp “nereye bu gidiş” diye kendisine sorabileceğini umut etmek gerekiyor.Bu soruyu sorabilince asıl devrim gerçekleşmiş olacak zihinlerde. Bu soru sorulduğunda aklı selim cevaplar aranmaya başlanacak ve yine bu soruyla birçok şey yeniden anlam kazanacak. Geçmişin tozlu raflarına yeniden el sürülüp geleceği inşa etme noktasında gayret gösterilirse ancak o zaman gerçek değişim süreci başlar. Sina çölünü geçen Yavuz Sultan Selim kimin peşinden gittiyse yine onun peşinden gidilerek kesin bir zafere ulaşılabilir. O zaman ekmek helâl olur ve o zaman ekmek yenilebilir...


Sami Yaylalı'ın Yazısı.