Aslı Toprak

Kadın varlığıyla nasıl ki kâinatta özel bir yerde durup farklı bir bakış açısı sunuyorsa, yazıda da bu yerini korumalı, olayları kendi penceresinden kendi hassaslığı ile değerlendirmelidir. Çünkü kadın olmak sadece kadın olmaya benzer.

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım bana “niye daha rahat yazmıyorsun” dedi. Ne münasebet diye düşündüm kendi kendime; ‘gayet rahat yazıyorum’. Eşofmanlarımı giyiyorum, bir bardak şekerli çay alıyorum… Ayağımda terlikle, saçıma iliştirilmiş kalemlerle, ortalığa saçtığım kitaplar ve notlarla gayet rahatım:)

Sonra bir ağabeyimiz bir yazı talep etti ve aman ha “kızsı” olmasın diye de ekledi. Rahat yazmanın ne demek olduğunu çözmüş biri olarak:) bu sefer de “bir yazı nasıl kızsı olur/olmaz” diye düşünmeye başladım. Aklıma Asım abinin bir sayıda “kızsı” yazılardan bahsetmiş olduğu geldi. Hemen taradım Genç’in eski sayılarını. Evet, “kızsı yazı tuzağına dikkat” diye bir başlık atmış ve anlatmış: “kızsı yazı kullanmaktan kendilerini alamayanlarla problemimiz hislerini ifade etmek için kullanmayı tercih ettikleri sembolik ifadelerle başlıyor…”, “sembolleştirmelerle yazının tam da ne demek istendiğini kavratamayan yazıları biz pek sevmeyiz...”

Şimdi sevgili abimiz güzel anlatıyor lakin bu probleme neden “kızsı” dediğini hala çözemiyorum. “sembol salatası”, “kısır”, “anlaşılmaz” yerine neden kızsı. Ya da kızsı değilse bir yazı nedir? Erkeksi midir? Bir yazı erkeksi olunca anlaşılır, akıcı, rahat mı olur? Yahut böyle olunca erkeksi mi olur vs. diye düşünmeden edemiyorum.

Bazı toplumlarda kadın bastırıldıkça ve erkek yüceltildikçe genç kızların daha çok içe kapandığı ve “sen kızsın sus bakalım” şiarınca susturulup hükümsüzleştirildiği vakidir. Lakin bu tür toplumlar erkeklerden daha katı ve daha tahakkümperver anneleri de oluşturmuştur. Çünkü bastırılan her kız çocuğu “neyi öteler ve bastırırsan, daha da palazlanmasını sağlarsın” düsturunca bir yerlerden sürgün verir ve budaklanır. İleride ya konuştuğunda muhakkak dinlenilmek isteyen bir anneye yahut hükümet gibi bir kaynanaya dönüşebilir. Böyle bir dönüşüm sonucu kadını kendi hemcinsleri de bastırmaya başlar ve erkek yüceltilmeye devam edilir.

İdealler ve hakikatler arasında sıkışan genç hanımlar, iş bu sebeplerden dolayı daha duygusal, daha içe kapanık, daha karamsar olabilirler. “kızsı” tabiri de sanırım buradan gelip bazı fikirlerimize özne oluveriyor. Amenna. Lakin toplumda kadın yerilirken kadına has bazı güzel özelliklerinde yerilmesi, hassaslığın, ince fikirliliğin, duygusallığın rağbet görmemesi maalesef bu “kızsı” tabirinin olumsuz olarak kullanılmasına ve algılanmasına sebep oluyor.

Bazı kızların erkek gibi giyinmesini, erkek gibi konuşmasını ve hatta “erkek gibi yazması”nı böyle bir olumsuz görünmeye/gösterilmeye karşı geliştirilmiş bir direnç olarak görüyorum.

Yıllar boyu çoğu kadın yazarın erkek ismiyle yahut herhangi bir rumuzla yazılar yazdığını biliyoruz. Çoğu kadın yazarın bu “kızsı” tabir edilen durum ile başa çıkmak adına erkekleştiğini, evlenmediğini, evlense bile çocuk doğurmadığını biliyoruz. Adalet Ağaoğlu çocuk mu yazarlık mı ikileminde yazarlığı seçmiş hanım yazarlardan mesela. Fatıma Aliye Osmanlı döneminde kadınlara ilişkin sorunları kaleme aldığı romanlarında “mütercime-i meram” ya da “bir kadın” imzasını kullanmış. Batıdaki çoğu kadın yazar, evliliğinde problemler yaşamış, kimi intihar etmiş, kimi çocuklarından uzakta yalnız ölmüş… 1

Erkekçe yazabilmek adına erkekçe yaşamak ya da isim vermeden gizlice yazmak zorunda hissetmiş bazı hanım yazarlar.

Oysa niyedir ki? Bunca erkek elinden çıkmış yazıya bir yenisini ekleme isteği niyedir. Hepsi de çok üst düzey yazılar değilken üstelik. Bir kızın, bir annenin o kendi fıtratına münhasır özelliklerini yansıttığı yazılar, roman, hikâye ve şiirler belki de terazinin diğer kefesine dolmadıkça; tasavvur ve tefekkürde arzu edilen denge oluşmayacaktır.

Kadın varlığıyla nasıl ki kâinatta özel bir yerde durup farklı bir bakış açısı sunuyorsa, yazıda da bu yerini korumalı, olayları kendi penceresinden kendi hassaslığı ile değerlendirmelidir. Çünkü kadın olmak sadece kadın olmaya benzer. Erkek olmak da erkek olmaya!

İzninizle Asr-ı Saadetten bir örnekle; kadın ve erkeğin bakış açısındaki farkı, söz söylemede ayrıldıkları noktaları ve tam anlamıyla kızsı-erkeksi hislerin nasıl ayrıştığını aktararak yazımı bitirmek istiyorum.2

Peygamberimizin vefat haberi yayılmaya başlayınca bunu duyan herkes şaşırmıştı. Bazıları bu habere inanmak istemiyordu. Bunların başında Hz. Ömer vardı:

"Her kim Muhammed öldü derse boynunu vururum" diyordu.

O`nun biricik kızı Hz. Fâtıma ise şunları söylüyordu:

“Ey Enes! Derin bir muhabbetle sevdiğiniz… Bir gül bahçesi gibi tozdan sakındığınız Resulullah’ın (sav) üzerine toprak saçmaya gönlünüz nasıl razı oldu? Ey Enes.”

“Üzerime öyle musibetler döküldü ki; bu elemler, gündüzlerin üzerine dökülseydi, nurlu gündüzler, simsiyah gece kesilirdi.”3


1. Kadın yazarların yaşam öykülerini okumak için bkz. Elif Şafak, Siyah Süt romanı.

2. Böyle de kibarımdır. :)

3. Sibel Eraslan, Can Parçası, sf.15.


GENÇ'ın Yazısı.