Ölümler

Ölümlere ulanmakta ustadır.

İsmet Özel

Son on yılda o kadar çok güzide insanımızı kaybettik ki biz. Sadece ülkemizden söz etmiyorum. Dünyanın değişik yerlerindendi onlar. Başka başka milletlerden.. Ortak paydaları, mensup olduğumuz inanç ve değerler sistemine bağlı, değerli ilim, fikir ve maneviyat adamları olmalarıydı. Daha hayatlarındayken, bir anlamda ölümsüzlüğü tadanlardı onlar. 

Bilmiyorum farkında mısınız? Son on yılda o kadar çok güzide insanımızı kaybettik ki biz. Sadece ülkemizden söz etmiyorum. Dünyanın değişik yerlerindendi onlar. Başka başka milletlerden.. Ortak paydaları, mensup olduğumuz inanç ve değerler sistemine bağlı, değerli ilim, fikir ve maneviyat adamları olmalarıydı.

Daha hayatlarındayken, bir anlamda ölümsüzlüğü tadanlardı onlar. İnsanların gönüllerinde çoktan murassa tahtlarına kurulanlardı. Şairimizin deyişiyle, yanarken küllerinden hisarlar yükselen; hiçliğin ve faniliğin zehrine ağız sürmeyen şahsiyetlerdi.

Ben onlardan hangisinin vefat haberini duydumsa içimin cız ettiğini hissettim. Garip kaldığımız; bir yanımızın eksildiği duygusuna kapılmadan edemedim. Garip kalıyorduk, çünkü onlar göçtükçe dünyamız daha da fakirleşiyordu. Sanki düşman ordusu bütün imkanlarıyla taarruza geçiyordu; ama biz en seçkin muhariplerimizi kaybediyorduk.

Sözünü ettiğimiz elbette bir kültür ve değerler savaşı. Çoktandır var olan, ama farkında olmadığımız ve farkına varmadan taraf olduğumuz bir savaş. Bu noktada, onları, mücadelelerini tanımak çok önemli bizim için. Onların rehberlikleri ve ölümsüz eserleri can suyu.. İşte bu yazıda kısa kısa da olsa onlardan bazılarını yâd edelim istiyorum.

***

İslam Tarihine Adanmış Bir Ömür

Vefatından birkaç ay önceydi. Bir televizyon programında gördüm Mustafa Asım Köksal Hoca Efendiyi. Sevimli bir çehre.. Güleç bir yüz.. Çalışmaktan yorulmamış dinç bir eda.. Kolay değil, yirmi yılını harcamış devasa İslam Tarihi için. Sabah namazından yatsı namazına kadar adeta nefesini tutarak yazmış. Bizim nesli de düşünmüş, eseri daha da orijinalleştirerek özetlemiş. Beş yılını da ona vermiş. Aslında zor şartlar altında yaşamış merhum. Soğuk ve sobalı bir ev.. Bitmeyen rahatsızlıklar.. 28 Kasım 2008.. O’nun için artık ebedi istirahat vaktidir.

Üsküdar’dan Bir Gönül Sultanı Geçti

1996’nın Aralık ayı.. Altınoluk dergisinde Hacı Musa Topbaş Beyefendiyle yapılan mülakatlar yayımlanmaya başlıyor. Çok tatlı bir üslup.. İnsanı hemen sarıp sarmalayan bir sıcaklık.. Cumhuriyetin ilk yılları, kaybolan değerler, unutulmaya yüz tutan abide şahsiyetler.. Hepsinden önemlisi, adap, erkan, İslam’ı yaşma noktasındaki incelikler…

O nezih Müslüman’ın gönül ikliminden taşan çağlayanlar, bizi çok farklı dünyalara götürdü. Bizim gençlik yaralarımıza, ihtilaçlarımıza merhem oldu. Sonradan Allah Dostunun Dünyasından adıyla neşredilen kitap, hakiki bir gönül adamını tanımak bakımından ne kadar güzel! Ve 16 Temmuz 1999 günü o güzel insanı kaybettiğimiz haberini aldık. Onu görememiş olmaya hayıflanmakla beraber, cenazesine yetişmiş olmaktan tarifsiz bir mutluluk duyuyorum.

Kur’an Bu Kez İstanbul’da Okundu

Hani “Kur’an Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye meşhur bir söz vardır. Beyazıt Camii İmamı Hafız Abdurrahman Gürses Hoca Efendi bu ezberi bozmuştur. Kendine özgü makamı ve okuyuş tarzıyla gönülleri uzun yıllar mest etmiştir.

O, Kur’an’ı okumadan duramayan, okudukça yücelen biridir. Sadece bir kâri değildir elbette. Ne okuduğunun, hangi kisveyi giydiğinin çok iyi farkındadır. İlmini yaşayan, talebe yetiştiren, bu uğurda fedakarlıktan kaçınmayan örnek bir şahsiyettir. Kelimenin tam manasıyla bir “hoca”dır. 10 Ağustos 1999’da ahrete irtihal ederken, geride yüzlerce yetişmiş insan bırakmıştır.

İslam’ın Hindistan’dan Yükselen Gür Sedası

Hint alt kıtası alimler yatağıdır. Bir memba gibi güzide insanlar fışkırır oradan. İşte onlardan biri Ebu’l Hasen En-Nedvi. Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, adlı eseriyle tanımış İslam dünyası onu. O eserden sonra ülkemizde de hep sevilmiş, sayılmış. O bir ilim, fikir ve aksiyon adamı oluşunun yanında güçlü bir eğitimcidir. Yürekleri kaleler gibi sağlam talebeler yetiştirmiş, onlardan küçük bir ümmet oluşturmuştur. (v. 31 Aralık 1999)

Resul-i Ekremin Komşuluğunda Bir Hayat

Hafız Ali Ulvi Kurucu, genç yaşta, ilim uğrunda ülkesinden hicret eder. Ezher’e Ali olarak gider, Ali Ulvi olur. Mezuniyetinden sonra kendi ülkesine değil, “öz ülke”ye döner. O’nun komşuluğunu tercih eder. Ülkesinden gelenlere, gönlünü, kapısını, sofrasını açık tutar.

“Gümüş Tül ve Alevler”de davasını, sevdasını terennüm eder. Fani dünyaya veda arifesinde, belki geçen bir yüz yıla ışık tutacak kıymetli “Hatıraları”nı bırakır bize. İyi ki bırakır!(v. 3 Şubat 2002)

“Gurûb Etti Güneş Dünya Karardı”

Bu başlığı, Muhammed Hamidullah’ın vefatının ardından yazdığı bir yazıda İsmail Kara atıyor. (Yıllar sonra bunun Hacı Arif Bey’in bir bestesinin ilk mısraı olduğunu keşfediyorum.) O enfes yazıyı ve üstad hakkında bilmediğimiz daha pek çok şeyi, yazarın “Sözü Dilde Hayali Gözde” kitabından okuma imkanımız var.

İhsan Süreyya Sırma’nın şu sözü Üstadı çok güzel özetliyor:“Şahsiyetli kişiler inandıkları gibi ve tavizsiz yaşarlar. Böyle insanların hayat çizgilerini dünyevi endişeler değil ulvi inançları belirler. Muhammed Hamidullah ömrü boyunca taviz vermeden yaşayan yüce bir kişilik.” (v. 19 Aralık 2002)

“Doğunun Batıdaki Türbedarı”

Anne Maria Schimmel, M. İkbal hayranı Alman bir hanımefendi. Cavidnâme’yi Türkçe’ye o çevirmiş. İsmail Kara’nın ifadesiyle, araştırmacı kişiliği, yorum kapasitesi ve dili cezbedici. Hiçbir zaman mütehakkim oryantalist tavrı benimsemeyen, hatta bu anlayışla mücadele eden bir akademisyen. İslam’ın Mistik Boyutları, Ruhum Bir Kadındır, Halifenin Rüyaları kıymetli kitapları. Türkiye’de iken Müslüman olduğu ve Cemile adını aldığı da biliniyor. (v. 26 Ocak 2003)

Bilgelik ve Mücadele Ruhunun Buluştuğu Nokta

Aliya İzzet Begoviç’in bir resmi vardır. Karlar altında.. Elini duaya açmış.. Mütevekkil bir çehre.. Sanki her hattında mücadele yıllarının izleri.. O resim bizim “Bilge Kral”ımızı, Boşnakların “Sevgili Babo”larını anlatmaya yetiyor bence. Evet, bir de Doğu ile Batı Arasında İslam’ı! Bu kitap bir defa okunarak anlaşılamayacak ve de tüketilemeyecek bir şaheser.. Adını hep yaşatacak.. (v. 19 Ekim 2003)

Yirminci Yüzyılda Bir Mümin

Peygamberimizin Selman-ı Farisi için söylediği bir söz vardır: “Allah’ın öyle erleri vardır ki iman Süreyya yıldızında olsa da bulurlar onu.” Bunu Martin Lings, daha doğrusu Ebu Bekir Siraceddin için de söylemek mümkün. Zira uzun bir arayıştan sonra bulmuştur, o da hakikati. O günden sonra İslam’a, ilme hizmete vermiştir ömrünü. 96 yaşında vefat edene kadar. (v. 12 Mayıs 2005) Türkçe’deki eserleri: Antik İnançlar Modern Hurafeler, Tasavvuf Nedir, Yirminci Yüzyılda Bir Veli, 11. Saat, Hazret-i Muhammed’in Hayatı.

“Sessiz Akan Nehir Hayat Vericidir”

Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül: “Benim” demiş, “Tanıdıkça, gönlümdeki yeri büyüyen iki insan var. Bunlardan biri Prof. Dr. Sabahattin Zaim.” (Diğerini ben de merak ediyorum, ama kim olduğunu bilmiyorum:) Altınoluk dergisinde bizi onunla sık sık buluşturan Ahmet Taşgetiren onu, derin bir mü’min; imanla ilmi, misyonu ve cehdi harman etmiş bir büyük yürek.. olarak tarif ediyor.

Sami Güçlü, farklı bir zaviyeden bakıyor ona: “Şehirli, medeni bir insan. Bir beyefendi. Bir aydın, bir entelektüel. Sadece bir iktisatçı değil, muhataplarını farklı noktalardan kuşatabilen kapasitede bir insan. Herkesin güler bir yüz bulabildiği bir sima. Vefatından önce: “Ben dünyadaki işimi bitirdim” diyebilen nadir insanlardan.. Hastaneye gitmeden hatıratına (Bir Ömrün Hikayesi; İşaret Yay.) da noktayı koymuş zira.” (v. 9 Aralık 2007)

Allah, hepsine rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun.


Mesut Kaya'ın Yazısı.