Ömer Çelik

İnsanlar vardır, doğru sözlüdür; asla yalan söylemezler. Herkes onlara inanır, güvenir. Peygamberler böyleydi. Hele Efendimiz (s.a.v)’in hali bambaşkaydı: “Sâdiku’l-Va‘di’l-Emîn”: “Özü-sözü doğru, güvenilir”,

“Muhammedü’l-Emîn”: “Herkesin güvendiği, emniyet duyduğu Muhammed (s.a.v)” gibi vasıflar, onun düşmanları tarafından kendine verilmiş ayrılmaz özelliği idi. Bir söz onun mübârek dudaklarından çıkmış ise mutlaka doğruydu. Çünkü onun yalan söylemesi olacak şey değildi. O (s.a.v) “iman” ile “yalan”ın asla bir araya gelmeyeceğini öğretti ve yalanı münafıklığın belirleyici vasfı kıldı.

Hz. Ebubekir (r.a), doğruluğu ve dürüstlüğü sebebiyle “Sıddîk” lakabını aldı. Çünkü o, hem Allah’tan Elçisine gelen gerçeği tereddütsüz doğruladı, hem de daima Allah’a, Peygamber’e ve insanlara dürüst davrandı. İki yüzlülük yapmadı.

Kıyâmete kadar müezzinlerin pîri, efendisi Hz. Bilâl, Mekke vâdisinin kızgın kumları üzerinde sürüklenirken, kızdırılmış demir şişlerle sırtları dağlanırken, yerden kalkmaz ağır kayalar altında pestil gibi ezilip inletilirken “doğruluğunu” hiç bozmadı. Yüreğini yakan, kavuran tevhid ateşini, ölümüne “Allah Bir” “Allah Bir” diye haykırdı.

Hz. Zeyd’ler, Hz. Hubeyb’ler idam sehpasında şehâdet şerbetini içerken, imandaki sadakatlerini, Allah ve Peygamberine olan bağlılıklarını doğru bir şekilde beyandan çekinmediler.

Çünkü hepsi “Ancak doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği” (Mâide 5/119) kıyâmet gününe tereddütsüz inanıyor; bütün hesaplarını hep o güne göre yapıyorlardı. Hepsi âdeta Rabbin nûruyla aydınlatılmış mahşer meydanında yaşıyorlardı. Gizliyi de aşikâr gibi bilen Allah’ın huzurunda daimî bir samimiyet testi içinde idiler.

İnsanlar da vardır; yalancıdır, iki yüzlüdür. Kalplerinin eğriliği dillerine, dillerinin yamukluğu kalplerine vurmuştur. Hem düşünceleri hem de sözleri yalandır, çarpıktır. Bunlar din gibi, iman gibi en ciddi mevzularda bile yalan söylemekten çekinmezler. Kalpleri inkâr duygularıyla lebâleb dolu olduğu halde, dilleriyle rahatlıkla iman ettiklerini söyleyebilirler. Allah’ı tanıyamadıkları için, Allah’ı bile aldatabileceklerini düşünürler.

Halbuki gerçek şu: Kimse Allah’ı aldatmaya güç yetiremez. Herkesi aldatabileceği bir hile, bir desise, bir oyun bulabilir. Fakat kendini hiçbir uyku hatta uyuklama bile tutmayan, kullarının bütün hal ve hareketlerini en yakından bilen, takip eden, açıktan yaptıklarını gördüğü ve bildiği gibi gizlediklerini de bilen, hatta gönüllerinden geçen en ince duygu ve düşüncelere bile tamamiyle muttali olan Allah’ı aldatamaz.

O halde Allah’ı aldatmaya çalışan kesinlikle kendini aldatmış olur. Buna göre tek çıkış yolu kalmaktadır: Doğru ve dürüst olmak; yalandan, dolandan, aldatmadan vazgeçmek. İsterseniz sözümüzü Efendimiz’in bize ışık tutan bir nurlu hadis-i şerifiyle tamamlayalım:

“Doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi, doğru söylemeye devam ettikçe sonunda sıddıklardan olur. Yalan kişiyi fücûra, fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalan söylemeye devâm ettikçe, sonunda Allah indinde yalancı olarak yazılır.” (Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105)


GENÇ'ın Yazısı.