Zaman 21. yüzyılın ortaları… Bu satırları yazanın aklı almıyor yeni çıkmış birçok şeyi… Eskinin dedeleri bilgisayara bakı bakıp nasıl: “Allah Allah” diyorlarsa, bendeniz de yeni neslin eğlencesi oldum. Torunum diyor ki alay edercesine:

- Cep ışınlayıcının nasıl çalıştığını şu dedeme anlatamadım bir türlü… İtimat edip de kullanamıyor, korkuyor… Ya beni birleştiremezse diye hah hah haaa… Onüç saniyede gitmek varken, üşenmiyor uçan arabaya biniyor, İstanbul’dan Ankara’ya 35 dakikada gidiyor! Benim zamanımın dedeleri de cep telefonunu anlayamazdı bir türlü.

Şimdi bilgisayarımın karşısına oturmuş bu satırları yazıyorum. Nasıl mı?

Ekranın karşısında, yazmak istediklerimi aklımdan geçiriyorum. Bir bakıyorum, nasıl çalıştığını bir türlü anlayamadığım, ultra-nano teknolojisine yandığımın âleti aklımdan geçenleri bir bir yazmamış mı? Şaşırmadan edemiyorum: “Hey kudretine kurban olduğum Allah’ım! Bu makine nasıl yapıyor bu işi ya hu?!” diye hayretle parmağımı dişlerken, yanımda torunum basıyor kahkahayı!: “Dede! Bak yine yaptın!”

Bir de bakıyorum ki, bilgisayar aklımdan geçirdiğim hayret ifadelerini de yazmış…

Eski olan ne varsa değişti anlayacağınız… Ama bunun bir tek istisnası var. İnsan değişmedi… Karı koca, ebeveyn evlat, gelin kaynana… İnsanlar hiç gelişmedi, aynı duruyorlar. Sadece gelişen teknolojiden istifade ediyorlar o kadar.

Dün güzel bir olay yaşadım. Onun için yazıyorum bu satırları. Elektronik zaman postası vasıtasıyla üç yıl önce vefat eden bir dostuma göndereceğim. Eşini çok seven bir insandı. İki karı koca, menkıbe gibi yaşadılar hayatlarını…

Onlar gibi bir çift zor bulunur derdim hep kendi kendime. Dün ki olay bana onları hatırlattı. Ben de bu yazdıklarımı ona gönderip; “Bak dostum!” diyeceğim, “neslin tükenmemiş! Sizin gibi yaşayan bir aile daha buldum!” diyeceğim. Ondan sonra da geçmiş senelerde yaşamış tanıdığım bir dergi editörüne göndereceğim bu yazıyı. Beğenirse yayınlar, evvel zaman içinde yaşamış insanlara bir çift de benim sözüm olur…

Gelelim esas meselemize… Üç dört ay önce bir kampanya başlattı özel hastaneler.

Mâlum insan DNA’sının büyük bir bölümü deşifre edilince, bu yeni keşifle sağlıkta büyük bir devrim gerçekleşti. Kanser manser falan rafa kalktı. Hoş, daha başka hastalıklar çıktı bu sefer de ama konumuz bu değil…

Gelişmenin ikinci adımında baktı ki bilim adamları, insan davranışlarına yön veren hücreleri tespit edebiliyorlar… “Anam vallahi ne bulduk!” diyen sağlık sektörü accâyip bir kampanyayla başladı işe…

“Eski Kocanızı Değiştirmeye Var mısınız?”

Ülkemizin bütün muhafazakârları: “Höööst bre sapıklıktır bu!” deyip bu teknolojik zındıklığa iltifat etmediler ilkin. Meğer adamların niyeti zındıklık değilmiş. Kocanızı hastaneye götürüyormuşsunuz. Eşinizin sizi rahatsız eden tavırlarını bilgisayara giriyormuşsunuz. Eskinin MR’ına benzeyen bir âletle, o davranışlara sebep olan hücreler tespit edilip etkisiz hâle getiriliyormuş. Ya da nasıl davranmasını istiyorsanız, o tavırlarla ilgili pasif olan hücreler vücutta aktif hâle getiriliyormuş.

Sonunda… Hayatınızı berbat ettiğine inandığınız kocanız, inanmayacaksınız belki ama, bambaşka bir adam, yepyeni bir koca olup çıkıyormuş karşınıza. Mesele buymuş meğerse! İşin aslı böylece anlaşılınca: “Âile saâdetiyçün câizdürür.” şeklinde alınan bir fetvâ ile cümle muhâfazakârların da direnişi çözüldü.

İlkin erkek milleti kendilerini değiştirtmemek hususunda epey direndi. Yan etkisi falan vardır dediler… Evdeki kadın dırdırı dayanılmaz boyutlara ulaşınca, verilen ufak tefek tavizlerle, savunma hattı çöktü ve kampanya aldı başını yürüdü…

Kimisi çocuğunu sünnet ettirmeye gitmişken hanımı dedi ki kocasına:

- Beeey! Şu senin sigara tiryakiliğinin de ucundan azıcık kestiriverelim haa..

Kimisi kocasının derin uykusundan, kimisi çapkınlığından, kimisi de herifinin pek hımbıl oluşundan hastaneye getirdi, götürdü… Eli biraz ağır olanlar dayağı unuttu, ağzı bozuk olanlar âdeta İstanbul Bey Efendisi kesildiler… Pinti kocalar cömert oldu, savurganlar tutumlu… Alkolikler içkiyi bıraktı, işkolikler paydos deyip işe ara verdiler…

Sanal Mahkemeler boşanma davalarında şiddetli geçimsizliği boşanma sebebi saymıyor artık. Direk hastaneye sevk ediyorlar… Al götür kocanı, değiştirsinler…

Kimler kimler geldi hastaneye… 30 yıllık evliler geldi. Kadınlar iki gözü iki çeşme dualar ede ede gittiler…

Balayı dönüşü uğrayan çiftlere ne dersiniz… Evliliğinin daha ilk haftasında olmasına rağmen hanım efendi veryansın ediyordu: Âşık olduğum adam bu değil ayol! Bu herif benle flört ederken böyle değildi. Canımlar cicimler gidiverdi de, töbe bismillah, daha dördüncü günde dayaktan yana siftahımızı yaptık. Ayy imdat yaaa! Değiştirin bu adamı lütfeeen…

Biz gelelim, çook eski zamanların evliya menkıbelerini hatırlatan ve bu satırları bana kaleme aldıran hadiseye. Mesele aynen aşağıdaki gibidir aziz dostum:

Evliya bey ile Mürşide Hanım… Bizim sokağın bir altındaki büyükçe bir yaşam merkezinde otururlar… On senedir evliler, bir de kızları var, adı Kerâmet…

Bir akşam annesine diyor ki Kerâmet:

- Anne arkadaşım Suna XY37GİL var ya! (Böyle soyadları da çıktı) Babasını değiştirmeye götürmüşler annesiyle. Babası şimdi ödevlerine öyle bir yardımcı oluyormuş ki! Suna anlata anlata bitiremiyor! Dün akşam babasıyla tam bir saat oyun oynamış yaa!

Mürşide hanım anlamış kızının meramını, mahsusçuktan sormuş:

- Ne dersin, biz de mi götürsek babanı?

- Ben bilmem ki! Götürelim mi biz de… Bazen bana çok kızıyor sanki…

Mürşide hanım evvel zaman masallarından birini anlatmaya başlamış kızına:

Sümbül Efendi diye bir hak dostu varmış kızcağızım. Evli ya! Hem de evliyaymış… Bir gün derste talebelerine sormuş; ”Dünyayı yeniden yaratmak görevi size verilse ne yapardınız?” Kimi demiş ki: “Bir tane kâfir bırakmam!” Öteki demiş: “Ne kadar münâfık varca, cümlesinin köküne kibrit suyu dökerim!” Öbürü “Fâsıklara, müfsitlere yiyecek bir lokma ekmek, içecek bir yudum su vermem!” demiş.

Sıra gelmiş derviş Musa’ya, o da demiş ki: “Efendim! Bu dünya öylesine muhteşem yaratılmış ki, Allah’ın yarattığından âlâsını ben mi düşünebilirmişim! Cenâb-ı Hak nasıl yarattıysa ben de hiçbir şeyi değiştirmeden, her şeyi merkezinde bırakırdım.” Sümbül Efendi Hazretleri talebesinin bu cevabını pek beğenmiş:

- İş bu mesele böylece merkezini bulmuş oldu. Senin adın da bundan böyle Merkez Efendi olsun…” demiş.

Güzel kızım, senin baban, benim kocam, ikimizin de dünyasıdır… Allah bizim küçük dünyamızı, eksiği varsa da böyle yaratmış. Peygamber Efendimiz biz hanımlara demiş ki: “Eğer ben Allah’tan başkasına secde etmeyi emredecek olsaydım, kocasına secde etmesini emrederdim kadına.” Siz çocuklara da demiş ki: “Bir babanın evlâdına duası, bir peygamberin ümmetine duası gibidir.” Anne-babamız bize bu kadarını öğrettiler kızcağızım…

Eğer babamızın hoşumuza gitmeyen davranışları varsa kendisine söyleriz, kendi tavırlarına yine kendisi bir çeki düzen verir. Yok, kendi bunu yapamazsa, babamızı yaratan Rabbimizden isteriz… Hem düşünsene bir! Bu Kampanya’nın devamında:

“Eski Karınızı Değiştirmeye Var mısınız?” derlerse ne olacak benim hâlim!

Ya baban da senin yaramazlığından şikâyetçi olup götürürse seni hastaneye sen ne yapacaksın? Üçüncü kampanya: “Çocuğunuzdan Şikâyetiniz mi Var?” oluverirse senin işin benden de zor vallahi Kerâmet…

Bence biz, başkalarına çeki düzen vermekle değil, kendimize düzen tertip verelim…

O sırada evin babası Evliya Bey odaya girmiş ve demiş ki:

- Erenler demine devrânına huuuuu! Ev şimdi merkezini buldu. Hadi bakalım Merkez Hanım Efendi söyle de şu mutfak robotuna sofrayı kursun… Kızım Rivayet, biz de seninle birlikte sanal parka ışınlanalım da gel biraz oyun oynayalım! Ne dersin?


Harun Kırkıl'ın Yazısı.