Ruhu Bizim Minareleri Ziyaret
“Ta uzakta bir minare var. Bana emanet bir minare… Toprağı olmasa da ruhu benim bir minare…" Bu düşüncelerle yoldayız şimdi.
Osmanlının yüzyıllar evvel seyr ü sefere çıktığı yollardayız. Ceddimizin izlerini aramak için… Develeri yüklemeye, günler öncesinden kervan hazırlıklarına, eşkiyadan korunmak için kılıca gerek yok. Otobüs bileti ve Shengen vizesi yeterli.
Via Eknedya* üzerinden İstanbul’un siluetini arkamızda bırakarak yola çıkıyoruz. Yedi gün sürecek yolculuğumuz, payitahttan başlayıp Sinan’ın Selimiye’sinde son bulacak.
Yolculuğumuz boyunca gayrimüslim idaresindeki ülkelerin dini mimariye verdiği zararı görüp hüzünlendik. Elif gibi yükselen minareler hep Osmanlı’yı hatırlatıyor çünkü. Osmanlı hiçbir devirde sadece “devlet” olmadı. Her zaman “İslam Devleti”ydi. İlmi Kuran’dan alıp asrın idrakine sunan bir devlet... Bu devlete isyan edenler kin dolu gayretlerle camilerin zeminini kazıp, kilise ve Roma kalıntısı aradılar. Minarelerin yerlerini ya çan kuleleri aldı ya da yıkıntılar… Göz önündekileri boynu bükük bakımsızlığa terk edildi. Tabiat kucakladı yapayalnız camileri, ziyaretçileri kuşlar oldu. Kırık minareyi Allah aşkıyla zikreden sarmaşıklar sarmaladı. Son zamanlarda bilinçlenen bizler de ziyaretlere başladık bu garip yerleri. Kimini Elveda Rumeli dizisi, kimini de bu topraklar hakkındaki kitaplarıyla Fethi Okyar ve Tahsin Uzer Paşa etkiledi. “Ta uzakta bir minare var. Bana emanet bir minare… Toprağı olmasa da ruhu benim bir minare…" Bu düşüncelerle yoldayız şimdi.
Tekirdağ olarak bildiğimiz Tekfurdağı’nı geçiyoruz. Kiraz mevsimi olduğundan kiraz festivaline hazırlanıyorlar. Rüstem Paşa Cami, Namık Kemal’in evi, Macar evleri ve tabii ki köftesiyle meşhur. Suya batıp kalmış gibi görünen çeltik tarlaları, Trakya’nın ünlü kıvırcık koyunlarının salına salına dolaştığı otlakları seyrederek Doğu Trakya’yı İpsala sınır kapısından terk ediyoruz . Yunanistan’a “Kalimera (Günaydın) diye giriş yapıyoruz.
Anneannemin memleketi Gümülcine’ye* varmak benim için hoş bir duygu. Yeni cami, eski cami, saat kulesiyle küçük bir kasaba. Namazlarımızı kılıp artık yuvamız gözüyle baktığımız otobüsümüze binip İskeçe’nin* saat kulesini ve ara sokaklarını fotoğraflıyoruz.
Osmanlı’nın şirin bir kasabasıyken bugün büyük bir liman şehri haline gelmiş Kavala sonraki durağımız. Bizi ilk karşılayan Kanuni zamanında inşa edilen kale oldu. Burası, isminden anlaşıldığı gibi Osmanlı’ya başta çok faydası dokunan, Mısır’da hidivlik sistemini kuran Kavalalı Mehmet Ali Paşanın memleketi. Evi Yunanlılar tarafından tamir edilmiş. Yetmemiş, heykeli dikilmiş. Bir Osmanlıya verilen ihtimam bizi şaşırtırken rehberin şu sözü her şeyi anlatıyor: “Osmanlı’ya gaile çıkaranı Yunanlı kucaklar. “
Kavalalı’nın imarethanesi “İmaret” butik otel olmuş. Çok orijinal. Kalmasanız bile ziyaret edin. Mermer kurnalar içine doldurdukları limonlar, su doldurulmuş cam kaplarda yüzen kamelyaların kokularıyla çarpıcı bir ortam.
“Seyahatte uyunmaz, gezilir” felsefeme uyarak sabahın erken saatlerinde sahile indim. Günün ilk ışıkları, açık denizde üstlerine doğan balıkçılar teknelerini temizliyor, Yunanca şarkılar eşliğinde yorgunluk atıyorlar. Sahilde ağlarını onaran balıkçıları kocaman martılar gözetliyor. Bense bu arada adı “Greek cafe” olan Türk kahvemin tadını çıkarıyorum.
Drama-Serez üzerinden Selanik’e doğru yola çıktık. Yol kenarlarında bizim kuş evlerimizi andıran, içinde ikonalar bulunan, minik evler dikkatimizi çekiyor. Ikona Stazya bunlar. Yakınlarını kaza sonucu kaybedenler tarafından dua istemek, unutulmadığını ispatlamak amacıyla konuluyormuş. Ayrıca yol üzerinde Makedonya Kralı Büyük İskender’in babası Filip’in adına yapılmış antik kentin yanından geçiyoruz.
Serez Bülbül Deresi, tahta köprüsü, çınarlı yolları, kahveleriyle huzur dolu bir kasaba. Ziyaret ettiğimiz bedesten şimdi müze. Sivil mimari örneği olduğundan zarar görmemiş. Osmanlı için Serez’in önemi ak akçe’nin (gümüş para) burada basılmış olması. Kasabanın girişindeki cami ve çeşme harap, her çağda olduğu gibi yeni gelen kültür eskisini yok olmaya terk etmiş. Bir zamanlar parlayan kubbenin üstünü otlar bürümüş. Çeşmeye sarılan sarmaşığın açıkta bıraktığı bölüm, peçesinin arasından bakan bir çift sürmeli göz kadar çarpıcı… (Devam edecek)
*İstanbul Sultan Ahmet’teki milyon taşından başlayıp Roma’ya kadar devam eden yol.
**Komotini
***Ksanti
**** Thessaloniki
Hande Berra'ın Yazısı.