M. Emin Kul

Ege kıyılarında turistik bir kasaba, temmuz ortası, vakit ikindiye yaklaşmakta, ahalinin yeni yeni afyonu patlıyor, çarşı daha karışmamış. Aile reisi arabadan iner ve dükkân sahipleriyle müşterilerin olduğu kalabalığa doğru seslenir:

— Selamun Aleyküm!

Yerlisi, yazlıkçısı tüm hazirun kafalarını şaşkınlıkla çevirerek bakarlar, çağlar ötesinden gelmiş gibi hissettikleri bu sese. Ortam; vestern filmlerinde bara giren yabancının her an silahlara asılma ihtimali olan kasabalıyla karşılaşma anı gibidir. Yabancı adam içinden demin yol üstünde gördüğümüz inek sürüsüne de selam versem aynı tepkiyi verirlerdi diye düşünüp verdiği selamı kendi almaya hazırlanırken ötelerden bir ses duyulur:

— Vealeykümselam be ya!

Bir tenis maçı izlercesine tüm kafalar öte tarafa çevrilmiştir, selamı alan az ilerdeki manav dükkânının önünde oturan şişmanca sevimli yaşlıdır.

Tam bu sırada ailenin geri kalan kısmı da sekiz saat süren yolculuğun sersemliğiyle arabadan inmeye başlamıştır. Önce on yaşlarındaki kız çocuğu ardından onun başörtülü annesi ve yine başörtülü ablası görününce tenis maçı tüm hızıyla devam eder ve kafalar yine öte tarafa çevrilir. Ahalide “amanın uzaylılar geldi” şaşkınlığı yaşanıyorken, ailenin en son ferdi olan üç yaşındaki oğlan çocuğu yanından hiç ayırmadığı kendi boyu kadar kılıcıyla “Has dur ya Allah” diye bağırarak, içinden Genç Osman marşının duyulduğu jipten meydanın orta yerine atlamıştır. Her ne kadar annesi “şey çocuğun mehter merakı var” falan gibi geveleyerek zevahiri kurtarmaya çalışsa da bütün gözlerin üzerinde odaklandığı küçük Ali “ne bakıyorsunuz ülen, ben mehterim” diyerek karşılanamaz maç sayısını atmıştır bile.


GENÇ'ın Yazısı.