İbrahim Akkurt

Ömrü hayatı, icraatları ve yaşayışı günümüz gençliği önünde âbide bir şahsiyet olarak arz-ı endam eden tevâzunun ve cesaretin Sultanı Yavuz Sultan Selim Hân’ın hayatından hiç şüphesiz günümüz gençliği bir çok mesaj almalıdır.

24 Nisan 1512 yılında Osmanlı Devleti’nin 9. Padişahı olarak Osmanlı Tahtına geçen Yavuz Sultan Selim, padişah olur olmaz ilk iş olarak, doğuda devlet aleyhinde zararlı faaliyetler gösteren Şii-Safevi Devleti’yle mücadeleye başlamıştır. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim liderliğinde Osmanlı Devleti, Şah İsmail önderliğindeki orduyu Çaldıran’da mağlup ederek büyük bir tehlikeyi bertaraf etmiş oldu. Diğer taraftan Mısır’da hüküm süren Memlüklüler’in Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunmalarından (hac yollarının güvenliğinin sağlanamaması, Osmanlı’ya karşı Avrupalı devletlerle ittifak kurulması, Safevi Devleti’yle Osmanlı’ya karşı birleşmek) dolayı, Mısır Seferine çıkmıştır. Yavuz Sultan Selim Hân, bu sefere çıkmadan önce rüyasında Peygamber Efendimiz(s.a.v)’i görmüş ve kutsal toprakların (Mekke ve Medine’nin) anahtarlarını Peygamberimiz(s.a.v), kendisine vermiştir.

Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi esnasında uçsuz bucaksız çölden geçerken bir ara atından inmiş ve yaya yürümeye başlamıştır. Bunun üzerine Padişaha hürmeten tüm askerler atlarından inip yaya yürümüşlerdir. Atından inip kemâl-i edep ile yaya yürümesinin sebebini soranlara Yavuz, “Peygamberimiz(s.a.v) önümde yaya yürüyerek bize yol gösterirken ben onun arkasında nasıl olur da atımda giderim?” demiştir. Mevlana Hazretlerinin “Akıl ve mantık kanadını terk et ki, sırların sahibi olasın“ sözünü belki de en güzel şekilde hayatına tatbik eden Yavuz Sultan Selim’dir. Bu sefer neticesinde 1516 Mercidabık, 1517 Ridaniye Savaşları ile Osmanlı Devleti, Mısır’ı feth etmiştir. Mekke, Medine, Kudüs dâhil olmak üzere Hicaz toprakları Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Yavuz’a Mekke ve Medine’nin hâkimi anlamına gelen "Hâkimü’l Harameyn" sıfatını uygun görenlere Yavuz, “Hâşâ, biz oraların hâkimi değil ancak hâdimi (hizmetçisi) oluruz" diyerek kendisine Hâdimü’l Harameyn (Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) sıfatını uygun görmüştür. Halifeliği devralıp, İstanbul’a döndüğünde Üsküdar’dan Sarayburnu’na bakmış ve toplanan kalabalığın kendisine tezahüratlarda bulunacağını öğrenince, Veziri Hasan Can’a şöyle demiştir, "Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Zîrâ fânilerin zafer alkışları ve iltifatları bizi nefsimize mağrur edipte yere sermesin. Bu hareketiyle Efendimiz’in (s.a.v) (Helâkü’l mer’ü minel ucub / İnsanın helâkı kibirdendir) sözünün kendisinde tecelli etmesinden korkmuştur.

Âlimlere ve ilimle meşgul olan insanlara hürmet ve saygı duyan Yavuz’un bu karakteri tipik bir Osmanlı karakteridir. Mısır Seferi dönüşü Adana civarında iken hocası İbn-i Kemâl’in atından sıçrayan çamur, Yavuz’un kaftanına geldiğinde hocası telaşlanmış ve mahcup olmuştur. Fakat Yavuz Sultan Selim, hocasına “Âlimlerin atının ayağından üzerimize sıçrayan çamur bizim için şereftir. Bu kaftanımı yıkamayacak ve öldüğümde türbemde tutacağım” diyerek ilme ve âlime duyulan hürmetin en güzel örneği olmuştur.

Yavuz karakter itibariyle sâde giyinir, mütevâzi bir şekilde yaşar, gösteriş ve şatafattan hoşlanmazdı. Vakit kaybını cinayetle eş tutan bir yapıya sahipti. Hayatı boyunca çaresizliği lügatine sokmamış, her çârenin Allah’a dayanmak sûretiyle bulunabileceğini düşünmüş ve çaresizlikleri çarelendirmiştir. Nitekim Mehmed Akif de bu hususta, “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol; Yol varsa budur ancak, bilmiyorum başka çıkar yol” diyerek âdeta Yavuz’un bu karakterini tasdik etmiştir. Tarih, emsalsiz bir Cengâver Hakan portresini altın sayfalarına onunla resmetmiştir.

Yâ Rabb! Bizleri, Yavuz Sultan Selîm Han gibi bir taraftan cihâd yolunda cevval bir cengâver, diğer taraftan yüce huzurunda gözü yaşlı şükreden bir mü’min, ilâhî ve derûnî lezzetlere müstağrak bir dervîş eyle! 


GENÇ'ın Yazısı.