Acıkmadan Yeme, Doymadan Kalk!
Yunus Emre Tozal
Seferihisar’da kurulan ‘Sefer Tası’ Kooperatifi ile üretilen yerel yemekler, ilçede fast food tüketiminin sonunu getirmişti. Hepimizin silkinip, yemek yemenin ‘ayaküstü atıştırma’ olmadığını nefsimize söylemenin vakti gelmedi mi artık?
Dünya o kadar hızlandı ki, insanlar yeniden yavaşlamayı keşfetmeyi, yeni bir keşif gibi algılamaya başladılar. Oysa ki yavaş yaşamak ve dahası yavaş yemek, İslam medeniyetinde yüzyıllardır uygulanan bir hayat biçimi. Hepimiz, üzerinde bulunduğumuz kültür ve medeniyet algımızda, acıkmadan yemeyen, doymadan kalkan bir neslin çocukları değil miyiz? Ne oldu da hızlı yemek yemek kültürüne bu kadar alıştık?
Müslüman gençler olarak bizler, gerçekten bir medeniyet inşasında bulunmak istiyorsak, öncelikle ailemize ve çevremize örnek insanlar olmak zorundayız. Yemek yemek bir kültürdür, ayaküstü atıştırılıp geçilecek bir şey değildir. Okul sezonunun da açılmasıyla gençlerin okullarda maruz kaldığı ‘ayaküstü atıştırma’ ve fast food’lar; toplumuzu bölen, insanlarımızı bencilleştiren ve yalnızlaştıran bir modern dünya toteminden ibarettir. Müslümanın beslenme hususu, başından sonuna; yani ‘nasıl yemeli?’ sorusundan ‘ne yemeli?’ sorusuna kadar öyle mühimdir ki, ibadetimiz ve Rabbimizle olan ilişkimiz de, beslenmemize göre şekillenir.
İmam-ı Gazali ve İbn-i Sina gibi âlimlerin beslenme hususunda iki prensipte ısrar ettikleri görülür: 1- Hakikî açlık hissedilmeden, yani iyice acıkmadan yemek yememek, 2- Hakikî iştah mevcut iken, iyice doymadan sofrayı terk etmek. İki öğün arasında hiçbir şey yememek gerektiği de ayrıca bilinmelidir.
Peygamber Efendimizin “Ademoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Oysa belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak nefsin galebesiyle, illâ da mideyi doldurma işini yapacaksa bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın. Her türlü hastalığın küpü midedir” (Tirmizi, Zühd 47; İbnu Mace, Et’ime 50) diye ikaz etmesinin sırlarından birisi, insana bir emanet olarak verilen vücuduna zulüm etmemesi değil midir?
Muhteşem bir medeniyete sahip olan bizler, sanayi devriminin arkasından kapitalizmle birlikte yemek yeme kültürümüzü de kaybettik. 1986’da Roma’da ünlü İspanyol Basamakları Meydanı’nda bir fast food dükkânı açılır. Başta gazeteci Carlo Petrini olmak üzere birçok kanaat önderi ve esnaf, İtalya gibi mutfağıyla gurur duyan bir ülkenin kalbinde dünyanın her yerinde bulabileceğiniz böyle bir dükkânın açılmasına karşı çıkar. Tepkiler sonuç verir, dükkân kapanır. Bu zafer, o anda ‘Slow Food’ olarak ortaya çıkan hareketi, bugün 150 ülkede 100 binden fazla üyesi olan bir sivil toplum örgütü haline getirir. Yemek kavramının karın doyurmakla sınırlı olmadığını, yemek yemenin tohum aşamasından sunumuna kadar iyi, temiz ve adil olması gerektiğini savunuyor ‘Slow Food’ Hareketi. Hareketin doğumundan 13 yıl sonra, yavaş yemek felsefesinin kentlere uygulanmasıyla ‘Cittaslow’ Birliği kuruldu. 1999’da Greve in Chianti Belediye Başkanı Paolo Saturnini önderliğinde üç belediye başkanı tarafından kurulan ‘Cittaslow’ Birliği ‘yavaş’ felsefesine ve kendi özelliklerine sahip çıkan kentlerin bir araya geldiği bir birlik haline gelir. ‘Cittaslow’ yönetimi birliğin yavaş kimliğinin bozulmaması için yeni üyelerin gerçekleştirmesi gereken 59 adet kriter belirliyor. ‘Sakin Şehirler’ olma şartlarından önemli maddelerden biri de şehirde “fast food dükkânları yerine yerel yemeklerin sunulduğu restoranların desteklenmesi…” maddesi. Özetle ‘Cittislow’, bizim bu coğrafyada kaybettiğimiz değerleri birleştirmiş.
Avrupa’da başta İtalya olmak üzere Avusturya, Danimarka, Almanya, İspanya, İngiltere ile Güney Kore ve Avustralya gibi 25 ülkeden 150 küçük nüfuslu kentin üyesi olduğu ‘Sakin Şehirler’ örgütlenmesine Türkiye’den ilk katılan, İzmir’in Seferihisar ilçesi olmuştu. Seferihisar’da kurulan ‘Sefer Tası’ Kooperatifi ile üretilen yerel yemekler, ilçede fast food tüketiminin sonunu getirmişti. Hepimizin silkinip, yemek yemenin ‘ayaküstü atıştırma’ olmadığını nefsimize söylemenin vakti gelmedi mi artık?
GENÇ'ın Yazısı.