Kem-kümler dile dolandıkça, değnek ele ayağa iner. Talebelerini azarlayarak sıradaki ile ilgilenen hoca, bir türlü yorulmak bilmemektedir. Öğrencilerin arasında, öyle biri vardır ki, diğerlerine göre mısmıl, tembel, pasaklı, çirkin görünümlü ve oldukça kurnaz..

Bir medresede, yeni bir günün başlangıcında, hocaefendi, talebelerini medresenin bahçesinde toplar.

Öğrencilerini karşısında sıraya dizen hocaefendi, her zamankinden daha celalli tavırlarla öğrencilerine şöyle der:

“Bugün size bir soru soracağım. Bugüne kadar öğrendiklerinizle, soracağım soruyu cevaplayabileceğinizi düşünüyorum. Soruma doğru cevap veremeyenlerinizi de cezalandıracağım. Bu konuda mâhir olduğumu bilirsiniz.”

Öğrencileri bir korku alır. Zira hocaefendi böyle durumlarda, öğrencileri hayli zorlamakta ve ders bitiminde, ortalıkta kendinden geçmiş bir kalabalık bırakmaktadır.

Hocaefendi, korkak ve meraklı bakışlarla karşısında duran öğrencilerine soruyu yöneltir:

“-Semaverdeki suyun, semaverdeki oduna karşı hâli nedir?”

Gerçekten de hepsine birden zor gelen bu soru karşısında titremeye başlayan talebeler, kısa sürede hocalarından bir bir dayak yemeye başlarlar.

Kem-kümler dile dolandıkça, değnek ele ayağa iner. Talebelerini azarlayarak sıradaki ile ilgilenen hoca, bir türlü yorulmak bilmemektedir. Öğrencilerin arasında, öyle biri vardır ki, diğerlerine göre mısmıl, tembel, pasaklı, çirkin görünümlü ve oldukça kurnaz..

Bu talebe, hocanın, sıra kendisine geldiğinde, zaten cevabını veremeyeceği bu soru karşısında daha bir aşka gelip daha da sertleşmekten zevk alacağı düşüncesiyle, önce arkadaşlarıyla kavga-döğüş, gider sonuncu sıraya yerleşir. Ümidi, hocasının en yorgun vaziyetine denk gelmektir.

Sonra, ne yaparsa yapsın, dayaktan kurtulamayacağını anlayarak, bir anda ortadan kaybolarak, bir çırpıda hocaefendinin evine ulaşır ve kapıyı çalar.

Hafif aralanan kapının arkasından “kim o?” diye seslenen hocaefendinin genç kızına:

“-Hocamız bize bir soru sordu, cevabını bilemedik. Sonra kızdı, ‘-Bunun cevabını bizim evdekiler bile bilir, inanmazsanız gidin sorun.’ dedi, diyerek aynı soruyu kapı ardındaki hanım kıza sorar.

Kızcağız:

“-Bunu bilmeyecek ne var? O su, hâl lisanıyla oduna der ki: ’-Ey odun, sen toprak zerresi kadar tohumken, ben sana gıda oldum, can oldum. Şimdi görüyorum ki benden faydalanıp büyüdüğün halde ateş olmuş altımda yanarak, beni fokur fokur kaynatıyorsun. Demek ki ben kendim etmiş, kendim bulmuşum.’ diye bu soruyu cevaplayıverir.

Hemen koşup yerini geri alan öğrenci, sıra kendisine geldiğinde, onca iş çıkarmış olmasına rağmen performansında bir eksilme görülmeyen hocasının, sınıfın en paspalıyla en son karşılaşmaktan duyduğu haz ile daha soruyu bile sormadan kendisine müdahale girişimine itiraz eder:

“-Durun hocam vurmayın! Cevabı söyleyeceğim..”

İstihzâlı tavırlarla sorduğu bu zor soruya cevap vermesini istediği bu “eksik” talebe, semaverdeki suyun, semaverdeki oduna karşı hâlini, hocaefendinin kızından duyduğu gibi aktarınca, şaşkınlıktan sakalları bile diken diken olan hoca, sıvanmış kollarını hışımla indirir ve dersi tatil edip oflaya puflaya evinin yolunu tutar.

Evine geldiğinde hanımı ve kızını karşısına alır ve:

“-Bir bilseniz ben bu gün ne fenâ bir iş ettim. Kendim ettim kendim buldum. Talebelerime, bu güne kadar verdiğim eğitimin sonucunda, çok zor bir soru sorayım, zaten bilirse ancak biri bilir, onu da evdeki kızıma nikahlayayım diye büyük de bir yemin ettim. Ama ne bileyim en tembel ve en kirli-pasaklısının doğru cevap vereceğini..”

Birden şoka giren ortamda, beti benzi sapsarı kesilen genç kız heyecanla babasına:

“-Eyvaaaah! Ne seni baba, ne seni! Asıl ben kendim ettim kendim buldum ben!” deyiverir…

Ne ederse insanoğlu, kendisine eder. Güzel eden güzeli, çirkin eden çirkini bulur, doğrusunu Allah bilir, vesselam… :)


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.