Şu halimle, evlâdım yaşındaki bu delikanlılardan nasıl utanıyorum; Allah’ın karşısına nasıl çıkacağız biz?” dediğini duydum en son. Duyulmaması imkansızdı, boşaltılmış, bir odadaki sesin her odaya gittiği bir evde bütün bunları.

Bazı zamanlar, ihtiyaç sahiplerine ulaştırmamız için evlerden kullanılabilir eşya bağışı teslim almaya gidiyoruz; sonra onları başta bölgemizde bulunan Suriyeli ailelerin kira veya bağış olarak oturdukları evlerine ulaştırmaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz haftalarda, bir perşembe günü bir evden çağırıldık. 10 sene hasta yattıktan sonra vefat etmiş bir hanım teyzemizin ev eşyasını teslim alacaktık.

Evdeki tertip ve eşyaların nazeninliğinden, merhumenin bir “Adana hanımefendisi” olduğu anlaşılıyordu.

Evde bize yardımcı olan, 50’li yaşlarda bir bayan vardı; Aysel hanım. Sürekli “şunları da alın, bunu unutmayın, bu bir muhtacın işine yarar” deyip duruyor, oldukça samimi tavırlar sergiliyordu.

Dinimizin kılık kıyafet yönetmeliğine pek de uymayan bir vizyonu olan bu ablamıza, sorduğum bir sorunun akabinde artık “hocam” diye hitap etmeye başlamıştık. Kendileri 39 yaşında, sistemle olan kavgalarından dolayı erkence emekli olmuş bir sınıf öğretmeniydi.

Vefat eden annesinin evinin alt katında oturuyor, bu evin bahçesinde, bakımını yaptığı, hasta olanlarını tedavi ettiği, ilaçlarını verdiği 8 kedi ve bir köpek ile ilgileniyordu. Geçen zamanda bu sayı 22 kedi, 8 köpek bile olmuş..

Biz eşyaları kamyonete yüklemeye devam ederken, akşam ezanı okundu. Bir de baktık 15 dakika kadar ortadan kaybolan Aysel Hocamız, başında bir örtü, üzerinde bolca uzun kollu bir kıyafet ve yerlerde sürünen bir etekle, elindeki seccadesi ve tesbihini yanındaki çantaya koyuyordu.

“-Ooo..” dedim, “-Hocamız namazını kılmış, hadi beyler biz de namaza duralım.” Böyle der demez, hemen, zaten eşyası boşaltılmış salona bir savan serdi, üzerine seccadeleri dizdi ve abdest almamız için lavaboyu hazırladı.

Bereket ki o an hepimiz abdestliydik; hemen namaza durduk. Namazı Alemdağ Erkek Kur’an kursumuzun mezunlarından Mustafa Tuzcu kardeşimiz kıldırdı.

Namazdan sonra, baktık ki Aysel hanım tarafından hayran hayran izleniyoruz. Namazı kıldıran Mustafa’mıza:

“-Oğlum sen bu kadar güzel Kur’an okumayı nereden öğrendin?” diye sordu. Söyledik bazı şeyler..

Sonra birden, “-Siz” dedi, “Sami Efendi’yi bilir misiniz?”

“-Biliriz, severiz, dostlarının meclisinde sıkça bulunur, cennette beraberlik için dua ederiz.” dedik.

Duygulandı. “-Ben o zâtın torunu sayılırım.” dedi. “-Anneannemin babasıyla amcazâdedirler.”

Birkaç kelam edildi. Gözleri dolu dolu oldu.

Biz işlerimizi yapmaya devam ederken, telefonla birini aradı. Teyzesi olduğunu konuşmalarından anladığımız karşı taraftaki sese, -o kişinin, şu an Antalya’da yaşayan Nazife hanım teyze olduğunu sonradan öğrendik- daima bizi anlatıyor, genç yaşta Allah adamlarını bulmuş olmanın avantaj ve faydalarından dem vurarak, o zâtı küçük yaştan itibaren kendilerine anlatmadıkları için teyzesine ve diğer akrabalarına sitemlerde bulunuyordu.

“-Şu halimle, evlâdım yaşındaki bu delikanlılardan nasıl utanıyorum; Allah’ın karşısına nasıl çıkacağız biz?” dediğini duydum en son. Duyulmaması imkansızdı, boşaltılmış, bir odadaki sesin her odaya gittiği bir evde bütün bunları.

Bir ara yakınından geçerken, “-Teyzenize sorsanız, Sami Efendi ile ilgili bilmediğimiz bir şeyi söyleyebilir mi bize.” dedim, sordu hemen..

Teyzeleri, o güne kadar duymadığımız bir bilgi verdi.. Duymamışlardır onlar; dedi..

Sami Efendi Hazretleri’nin bir amcaları varmış. Hacı Hamza Efendi.. Kasırga götürmüş onu.. Bir gün uzak yoldan gelecek olan bekleyenlerine, atı gelmiş bir başına.. Aramışlar, araştırmışlar, geldiği güzergâhta çıkan bir kasırga, almış götürmüş onu, bulamamışlar sonra..

Dedim, yaşı nerelerdeymiş acaba? diye; iletti Aysel Hocamız sorumu.

“-Daha evlenmemiş bile, gençmiş Hacı Hamza Efendi.” dedi Nazife teyze.

Sonra birkaç kelam daha:

“Sami Efendi, bu soylu ailede kimsenin aklının almadığı sanki başka bir âlemin insanıydı. Teyzesinin çocukları, kendileriyle muhatap olmakla şereflenmek için randevu alır, ziyaretine giderlerdi. Bir defasında, edep dolu bir latifeyle bir teyzezâdesini, henüz namaz kılmaya başlamamış olmasından dolayı kabulde zorlandığını beyan etmiş, bu sözler üzerine ibadete yönelen o kişi, kendisi de vefat edene kadar Efendi Hazretlerini en çok hatırlayan, yâd eden en vefalı akraba oluvermişti.

Neredeyse yaz-kış şemsiye taşırlardı. Şemsiyelerini, yağmursuz güneşsiz havalarda bile kullandıkları olurdu. Merak edenler bakmışlar ki, Sami Efendi özellikle çarşıda yürürken, karşıdan gelen harama gözleri bulaşmasın diye kullanıyor o şemsiyeyi.”

Kader îcabı memleketlerinde yaşıyor olmanın, o muhterem zâtın henüz gün yüzüne çıkmamış ama bu şehrin bağrında bekleşip duran “hayat” cümlelerine erişebilme duası olsun son sözlerim…


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.