Kırılma Noktası
Dün akşam bir başka arkadaşla hayatının kırılma noktalarından birini konuştuk. Kalbinin üzerine 1 cm kadar saplanan bir bıçağın, kendisi için bir dönüm noktası olduğunu anlattı. Tabi böyle zamanlarda insan, anında kendi hayatına dönüp bakıyor.
Geçen ayki yazımı güle güle okuyan tanıdıklar olmuş. Halden anladıkları için öyle biliyorum. Zor tabi bu işler. Yazmak, yazı yetiştirmek, bir derginin parçası olmak.
Siz belki çok vakıf değilsiniz. Dergiler yeni yayın dönemine girecekleri vakit bazı değişiklikler gündeme gelir. “Merd ana denir ki aça nev-râh” demiş ya şair, yayın kurulu da öyle bir merd arar. Alışılagelmiş fikirlerden ziyade, yeni bir nefes, yeni bir yol açacak merdi, mert fikirleri. (Konunun dışına çıktım iyice, tamam köşeyi dönüp geliyorum). İşte Genç için de böyle olduğu zamanlarda kimin kaç okuyucusu olduğundan vs bahsediliyordu. Gelen maillere göre vs sayım yapanları öğrendim mesela. Tabi bunlar işin esprili tarafı.
Şimdi de genç gönüllülerin sitesinde sanırım bir anket düzenleniyormuş. Sami (Yaylalı) arada haberleri iletiyor. O da çok ilgilenmiyor aslında bu anketle. Bunların hepsi bir yere kadar çünkü. Ben mesela, üye olmak gerektiği için girip de oy kullanmadım sitede. Zaten bütün yazarlarımızın adı da yok anket seçenekleri arasında.
(Köşeyi hala dönemedim). Nerden geldim buraya? Son yazılarımda daha çok tepki (olumlu anlamda) aldığımı söyleyebilirim ben de. Hani geçen ayki yazımı tebessümle, keyifle okuyan arkadaşlardan bahsetmiştim ya, bu ay sanırım pek öyle bir etki bırakmayacak yazım (şimdi doğru rotadayım). Madem buralara kadar geldik, kıssadan hisse bir mesaj düşeyim: Tepki vermek iyidir diyorlar. Yani bir yazarın yazılarını seviyorsanız, bunu ona iletin. Tam aksi olduğunda da tabi. Aynı şey reklamlar, sinemalar, dinlediğiniz radyo kanalı, hatta yediğiniz ekmek için bile geçerli. Marifet iltifata tabidir nitekim (Laf aramızda ben sessiz dinleyicilerden ve okuyuculardanım sanırım).
Dün akşam bir başka arkadaşla hayatının kırılma noktalarından birini konuştuk. Kalbinin üzerine 1 cm kadar saplanan bir bıçağın, kendisi için bir dönüm noktası olduğunu anlattı. Tabi böyle zamanlarda insan, anında kendi hayatına dönüp bakıyor. Hatta bakmanıza gerek kalmadan, vicdan azabı çerçevesiyle koskoca bir görüntü jet hızıyla geliveriyor gözlerinizin önüne. Kaldırdığı toz sayesinde de gözleriniz nemleniyor.
Şimdi o anıdan bahsedeyim istiyorum sizlere. Hz. Ömer’e Peygamberimiz, cahiliye devrinde işlediği o eylemi birkaç defa anlattırıyor ya (kızını canlı canlı gömmesi, o minik yavrunun babasının parmağını sıkıca tutması), ve hep birlikte ağladıkça ağlıyorlar. Benim için de öyle bir anı bu.
Mahalleden bir arkadaşla ip atlıyorduk. Bir başka arkadaş yanında akrabası ile bulunduğumuz yere doğru geldi. Hepimiz de ilkokul çağındayız. Misafir biraz daha küçük. Yanımdaki arkadaş (sanırım adı Derya idi, normalde pek birlikte oynamazdık, o gün farklıydı işte), gülmeye başladı. Onun gülmesiyle ben de kendimi tutamadım. Tabi bir süre sonra küçük misafir kız (güzel siyah saçları vardı) ağlamaya başladı. Çünkü ona güldüğümüzü düşünüyordu. Çocuklar böyledir değil mi, en olmadık şeylere gülerler. Hele de zor durumdaki birine. Karda yere düşene mesela, pantolonunu ıslatana, ayakkabısı eski olana, tahtaya kalktığında soruyu bilemeyene. Ben de uydum bir çocukluğa. Güzel saçlı kız ağladıkça akrabasının göğsüne gömüldü. Tabi o da bize kızmaya başladı. Ne kötüsünüz vs. gibiydi sanırım kızma cümleleri. Dünyanın en acımasız hakaret cümlelerini kursa da, o ağlama karşısında cılız kalacaktı. Çünkü bize nasıl kızıldığını değil de, birlikte sarılarak nasıl uzaklaştıklarını hatırlıyorum. Arkadaşımıza yaslanıp ağlaması, sonra da aynen o şekilde uzaklaşıp gitmesi, küçük kızın… Beyninde bir problem olduğu için (zihinsel anlamda değil), kafası sanırım su topluyor(muş). Böyle olunca da kafası normalden büyük görünüyordu. Çocukların takmayı çok sevecekleri bir lakap gibi yani. Öyle olunca da biz, kırdığımız küçük bir çocuk kalbinin ardından iki koca kafalı bakakaldık.
Ben hala bakıyorum.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.