Bütün dünyayı içine alan, yakın olduklarımızla safları daha da sıklaştıracağımız, uzakları yakın edeceğimiz, ıslah edilmesi gerekenlere gerekli cevabı verecek bir siyasete ihtiyaç var. Dünya siyaseti, ama şimdi anlatıldığı şekliyle küreselleşen dünya değil.

Gençler apolitik yetişiyor, siyasetle ilgilensinler ya da şuurlu insan siyasetli insandır cümleleri son dönemlerin içi boş kalkışmalarından sonra en çok duyulan cümleler. Peki, hangi siyaset takip edilecek? Bizden kabul edilen siyasî aktörler, bizim inşa ettiğimiz bir siyasî zeminde mi siyaset yapıyorlar? Yoksa zemin sağlam, aktörler mi zayıf? Zemini oluşturan, hâkim olması istenen ve üstünlüğü iddia edilen hukuk hangi hukuktur?

Bu sorular karşısında kişi ve zümreler inanç ve felsefelerine göre farklı vaziyet alıyor. İslam siyaset düşüncesinde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişki, başta adalet, ehliyet, emanet, biat ve istişare olmak üzere bir dizi temel kavram üzerine kurulu. İslam açık bir şekilde yönetim biçimi belirlememiş, zaman ve şartlara, gelişmeye bağlı bir meseleyi dondurup kalıplaştırmayı istememiştir. Önemli olan adalet, ehliyet ve halkın refahıdır. Siyaset denilince akla günümüzde iktidar olmak isteyen, toplumu yönetmeye aday partilerin seçimler sırasındaki vaatleri geliyor. Sonra sahip oldukları milletvekilleri oranı çerçevesinde birbirleriyle didiştikleri meclis ve olup bitenlerin genel adı demokrasi. Görsel ve yazılı medya vasıtasıyla ortalığı tozu dumana katan bir dizi olay da siyaset içinde mülahaza ediliyor. Siyaseti asıl belirleyecek olan bir toplumun içinde yer aldığı tarihi/toplumsal ilişkiler yumağıdır. Durum tayin edici olan sadece o ilişkiler içerisinde tesadüfen bir yere sahip olmak değil, bu konumu değerlendirecek bir şeyler yapmakla alakalı olsa gerek.

Dünya üzerinde, hatta yerel siyaseti de tayin edici ana ekseni Doğu/Batı anlayışı ve buna bağlı ilişkiler oluşturuyor. Doğu toplumlarıyla Batı toplumları arasındaki ilişki, çekişme ve çatışma bugün tarih adına bilebildiğimiz çoğu şeyin temelini oluşturuyor. Bu çatışmayı Batılılar kendi lehlerine kullanmak için küreselleşmeyi icat ettiler. Bu durum küre siyasetçilerine de onların bir dediğini iki etmeyen yöre siyasetçilerine de büyük destek sağlamış bulunuyor. Aslında artık her yer Batı! Batılılaşma siyaseti ile dünyanın içinde kaybolmak aynı anlama geliyor. Batılılaşıyoruz diye köklerimizle selamı sabahı kesmemiz isteniyor. Avrupa Birliği projesinin, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan siyasetçiler tarafından ateşli bir şekilde başlatılması ve savunulması ayrı bir garabeti gösteriyor.

Peki, soydaşlarımızla iş tutabilir miydik? Komünist Sovyetlerin dağılmasından sonra, ancak keşfedebildiğimiz bir Türk coğrafyası vardı. Henüz küresellik tozu dumanına bulaşmamışken bile onları da elimizden kaçırdık. Ya asıl derdimiz; ne zaman ümmeti hatırlasak, ne zaman Müslüman kardeşlerimiz desek, onlarla temas kurmaya çalışsak, Orta Doğu’ya sıkışıp kalmakla itham ediliyoruz. Biz hangi siyaseti güdeceğiz? Yoksa ne idüğü belirsiz, bazen alçakça bir sessizliğe bürünmek demek olan tarafsızlığı mı seçeceğiz?

Bütün dünyayı içine alan, yakın olduklarımızla safları daha da sıklaştıracağımız, uzakları yakın edeceğimiz, ıslah edilmesi gerekenlere gerekli cevabı verecek bir siyasete ihtiyaç var. Dünya siyaseti, ama şimdi anlatıldığı şekliyle küreselleşen dünya değil. Çünkü oraya kimliksiz, tarihî mirastan soyunmuş, direnç göstermeyecekler arandığı için bizim de böyle olmamız isteniyor. Proje safhasından çıkıp tatbikat safhasına konulan yenidünyanın yeni şartlarına yalnız başımıza hazırlıksız, amaçsız, üstelik yerimizin ne olduğunu bilmeden girmememiz gerekiyor. Amacı milletlerin ve toplumların Batı karşıtı siyasetlerini engelleme olan küreselleşmeyi, bizim çıkarlarımızın iyi korunacağı, eskiden önemli bir yer oluşturduğumuz, bugün de iyi bir yeri hak ettiğimiz dünya açısından iyi değerlendirmeliyiz.


Ali Can'ın Yazısı.