Semih Balaban

Kitabın sanat olduğu fakat sanatın zanaat olmadığı zamanlardan bahsedeceğiz şimdi de… Bugün sahafların önünde 1 tl gibi fiyatlarla satılan, insanlar tarafından bırakın satın alınmayı, göz ucuyla bile bakılmayan eski dostlar: Kitaplar…

Dört yüz sene öncesine gideceğiz şimdi. Şakır şakır çoğaltan fotokopicilerin, takır takır basan matbaaların olmadığı zamanlara…

Kitap yazmak zor iş o zamanlar. Çünkü yazı yazmak zor… Yazı yazmak kadar kağıt bulmak da zor… Okuyucu bulmak, en fazla yazanı bulmak kadar zor… İlk önce elyafı ıslata ıslata keçe haline getirir kağıtçılar… Sonra da tutkallarlar kağıdın yüzünü, hattatların mürekkepleri kaymasın diye. O zamanlar kağıtlar A4 boyutunda değil. Bir bütün olarak üretiliyor. Sonra makasçı devreye giriyor. Makas herkesin evinde yok. Bu ayrı bir meslek dalı. Makasçılar kağıdı küçültüyor ve kağıt hattatlar için uygun bir malzeme oluyor.

Hattatların işi zor; önce karar veriyorlar hangi yazı türü ile yazacaklarına… Rik’a mı, Divani mi, Sülüs mü, Nesih mi, Celi mi yoksa Kırma mı yazacak? Hattat bütün malzemelerini bir araya getiriyor. İlk önce kamıştan kalemini açmak için kalemtıraşçının yoluna düşüyor. Kalemtıraşçının bin bir sanatla bezediği kalemtıraşlardan en uygununu kendine alıyor. Kalemini mürekkebe buladığında mürekkep akmasın diye makta’ ustasına gidip, bir makta alıyor kendine. Makta’ o dönemde kalemlerin ucunu havada tutan bir araç.

Ve en önemli şey: Mürekkep… Mürekkep için mürekkepçinin yolunu tutuyor hattatımız. Gümüşten hokkasına koyacak, gümüş kadar değerli bir mürekkep seçiyor kendine… Keçi kılı isinden yapılanı en iyisiydi o zamanlar.

Hattatımız ince ince kaleme alıyor eserini… Daha sonra rıhçı devreye giriyor. Rıhçı hattatın yazdığı yazıların üzerine ince bir kum serpiyor ki mürekkep kurusun.

Sonra kalemkeş giriyor devreye. Kalemkeş, hattatın yazdığı yazıların kenarlarına çerçeve çizmekle görevli kişi… Bu sanat eseri sonra aharcıya gidiyor,aharlanıp mührelenmek için. Ahar kağıdın parlatılması işidir. Kağıdın üzerine yumurta akı ve nişasta gibi maddeler sürülüyor .Üstüne de küçük bir yazı koyuluyor. O da birçok yazma eserde gördüğümüz, birçoğumuzun okuyamadığı bir şey. Çünkü nişasta ve yumurta akını çok seven pireler nedense ilk o kısmı yiyorlardı. İşte o ilginç yazı: Kebikeç… Kebikeç; eski Süryani inancında haşere tanrısı olarak kabul ediliyor. Hattat; kağıdın üzerine kebikeç yazıldığında kağıdın bitler tarafından zarar görmeyeceğine inanıyor.

Tezhipçiler, ebruzenler ve minyatürcüler tarafından süslenen kitabımız ciltçiler tarafından ciltlenmeye hazır…

Ciltçiler kağıtları üst üste koyup mukavva haline getirir ve incecik bir deriyle bu mukavvayı kaplar. Bu da kitabımızın cilt kağıdı olur.

Cilt gerek oymacılar tarafından, gerek ebruzenler tarafından süslenir ve yeni bir kitap yeni bir ciltte hayat bulmuş olur.

İşte o eski kitaplar, işte o bilinmeyen kahramanlar…


GENÇ'ın Yazısı.