Bir Güne Neler Sığar?
Ömer Öztürk
Cengiz Aytmatov “Gün Uzar Yüzyıl Olur” diye boşuna söylememiş, bir güne neler sığmadı ki… Bir Salı gününe neler sığdırdım. Şimdi sizlere bir günün hikâyesini anlatacağım:
Yazarlık bir yerde sürünme mesleği. Sürünmeden olmuyor. Sadece evde oturup yazmak ve çizmekle olacak iş değil. Kapı kapı dolaşmalı. Ne var ki, memleketimizde ekseriyetle o kapıların ardındaki şahısları bulabilmek pek öyle kolay iş değil. Malûm yatan itten gezen it hayırlıdır, işleyen demir ışıldar gibi atasözleri ruhî âlemimizi asırlardır âdeta kuşatmış, benliğimize sinmiştir.
Sabahtan beri bu üçüncü kapı çalışım. Üç beyefendi de yerinde yok. Dünya masraf yapar, oturmak-iş kotarmak için yazıhaneler tutar sonra da onları iki de bir terk ederler. Bizde âdet böyledir: değil bir ilçe başkanını, sıradan bir mahalle muhtarını bile makamında bulamazsınız. Vatandaşın işi kalmış, hizmetler aksamış kime ne? Bul karayı al parayı. Birileri daha baştan yükünü tutarken, sen hâlâ sırtına yük vurulanlardansan vur abalıya misali sana da semer vuracak birileri hiç meraklanma sürüyle çıkar.
Baktım olmuyor istikametimi Üsküdar Sahaflar Çarşısına çevirdim. Yıllardır sahaf esnafıyla bir arkadaşlık tesis ettik. Çarşıya girdim, bir tanesini gözüme kestirip kitabımı gösterdim. O anda bir hanım müşterisine nezaret ediyordu. Eserimi O’na teklif etti. Hanım, almayı kabul etti. Ben kitabı imzalarken, sahaf arkadaş “Ömer Öztürk yazarlar içinde bir tane, bunların en delisi Mustafa Armağan, bu yazar takımı müthiş konuşur da, bir yerden sonra saçmalamaya başlar.” Diyerek sağ olsun iltifat etti (!) hâl böyle olunca, muhatabımla anladığı dilden konuşmaya karar vererek, onu sağlı-sollu yoklamaya başladım.
Dedim ki; kapaklı, tertemiz, tıkır tıkır çalışan bir daktilom var.” Seninki hemen atıldı. Gözlerini kocaman açarak “hemen getir Ömer paranı al” deyiverdi. Plak da var, dedim. “Türkçe de var mı, getir, hemen getirebilir misin?” diye otomatiğe bağladı. Hele uyanık köylüye bakın, paranın kokusunu aldı. Benden üç-on beşe alıp elaleme dünya fiyata satacak.
Yağma yok.
İnsanları gözlemliyorum, insanlar zorlanıyor. Şüphesiz engebeli arazilerden dahi arabasını aşıran bir kesim, bir krem tabaka mevcut; ama halk, eski deyimle orta-direk zorlanıyor. Altta kalanın canı çıkar, ortada kalansa ezilir, tost olur.
Dostsa, o zaten yok.
Bir güne daha neler sığdı? Hepsini anlatacak değilim ya, bize de bir şeyler muhakkak kalmalıdır. Benimle sonsuzluğa göçecek, kimsenin bilmediği bir şeyler olmalıdır. Her sırrımızı ortaya döksek, o vakit sır kelimesini sözlüklerden çıkarmak icap eder.
GENÇ'ın Yazısı.