And İçtim Kendim Olmaya!
Yunus Emre Gürcan / Genç Haber Merkezi
İnsana bahşedilmiş en önemli özellik kanıksamaktır. Bu o kadar güçlü bir donanımdır ki hayatın bir bahane bularak karşımıza çıkardığı pek çok sorunu ve olumsuzluğu anlamamıza, aşmamıza ve bunu bir kazanıma dönüştürmemize yardım eder. Ancak bu güçlü özelliğin elbet bir büyük tehlikesi de vardır. Değişimin kötü yana kaydığını, yanlışların doğruların yerine geçmeye başladığını ve her zaman yürüdüğümüz yolların her zamanki yerlere çıkmadığını görmemizi de engeller.
İnsan o kadar değerli bir beyne sahiptir ki basit eylemlerle meşgul olmak istemez. Haftanın beş günü, günde en az iki defa yürüdüğü yolları her defasında köşedeki simitçiden çıkarmaz. İlk adımlarını atmış bir insan nasıl zamanla yürümek için düşünmeye ihtiyaç duymuyorsa okula gitmek, eve dönmek veya “vatandaş” olmak içinde düşünmez zamanla. Üniversiteyi kazandığım gün, hayatın karşıma pek de beklemediğim bir sonuç çıkarmasının şaşkınlığıyla yürürken bir de baktım ki farkında olmadan ilkokulumun önüne gelmişim. Bu garip bir işaret ve ifade miydi yoksa sadece kas hafızasının bir neticesi mi bilmiyorum ancak “Andımız” kaldırıldığında aklıma ilk bu geldi.
Bize verilmiş en güçlü ve bundan dolayı da pek tehlikeli olan kanıksama eyleminin insan hayatında uzun zamandaki muazzam etkilerini tarihte ilk fark eden ben değilim. Topluma “devletin bekası” için yön verme endişesine düşmüş pek çok idareci veya aydın var elbet ve bu şahısların eseri olan yığınla çalışma. Ancak ben, dünyayı tekdüzeleştiren veya savaşlarla “renk katan” bu çalışmalardan sadece “öğrenci andları” üzerinde duracağım. Tarihi sayılarla okuduğumuzda karşımıza ilk olarak Liberal Dünyanın kurucusu ABD çıkıyor. 1892 yılından itibaren öğrencilerine and okutturmuş Amerika Birleşik Devletleri. Sonra biz katılmışız kervana, 1933’de Dr. Reşit Galip’in kızlarına yazdıklarını tüm halka mal ederek. Ardından 1960’larda Hindistan, sonraki yıllarda Yeni Zelanda ve Filipinler var. Amerika Birleşik Devletleri’nin tarih temelsiz aşırı kozmopolit yapısını bir arada tutmak gayesiyle eğitim kurumlarından sanata kadar tüm kitlesel iletişim araçlarını kullandığını ve İspanyollara, Fransızlara, Afrikalılara sorulduğunda “biz Amerikalıyız” dedirtecek kadar başarılı olduğunu biliyoruz. Öğrenci andı da bu sürecin ilk adımlarını teşkil ediyor. “Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına, Bölünmez tek Vatan için” gibi ifadeler ile topluma şekil veren bu vaziyeti görebiliyoruz. Hindistan ise 1950’lerde anayasasını yazmasına mukabil uzun yıllar İngiliz sömürgesinin ayrıştırdığı toplumsal yapısına “istendik” biçimde şekil verme ihtiyacı hissetti; “Hindistan benim ülkem, bütün Hindistanlılar erkek ve kız kardeşlerim.”
Bireyi ve toplumu biçimlendirmede pek maharetli olan eller her sabah tekrar edilmeden sınıfa giremeyen öğrencilere, geleceğe yatırım gençlere “eğitiminiz bile bu andın okunma şartına bağlıdır” mesajını vermiş oluyordu. Toplumsal yapısını muhafaza etmek için tüm farklılıkların bile ortak paydada buluşabileceğini düşünerek “Amerikalı, Hindistanlı” kavramlarını icat ettiler. İlk bakışta mantıklı ve yapılabilir görünen bu davranışın bizde ki uygulanış biçimi daha farklı gayeler için olunca, andımız toplumun farklılıklarını ortak paydada buluşturmaktan ziyade bunları törpüledi. Kraldan kralcı yöneticilerimizle, mevcut düzenden sağladığı faydayı korumak için uygulamayı keskinleştiren ve yeni yeni eklemelerle çıkış noktasından uzaklaştıran menfaatçilerle birlikte andımız ülke topraklarının sahiplerini lütfedilmiş misafirler konumuna getirdi. “Hayatımı, rüyalarımı ve başarılarımı Filipin Ulusuna adarım” diyerek her şeyini devlet için feda eden Filipin halkının bu noktada bizden farkı; her daim gelişmeyi, inkilabı savunanların söylediği gibi bir asır evvel “açılan yollara ve gösterilen hedeflere” varlıklarını armağan etmemeleridir.
Düşünmediğinde veya benim üniversiteyi kazandığımda olduğu gibi büyük bir karmaşa ve şaşkınlık durumunda isen, bedenine herhangi bir komut vermezsin. Önüne güncel bir hedef konulmayan bedende daha evvel yaptığı davranışları tekrar eder. Aynı benim karmaşa durumumda sekiz yıl boyunca yürüdüğüm yolu yürümem gibi. Bunu bilinçaltı olarak da adlandırabiliriz. Ancak bilinçaltı dünyamıza “kabul ettiğimiz” şeyler gündelik, haftalık ve bütün bir ömrümüz boyunca tüm davranışlarımızdan sözlerime kadar her şeyimizi etkiler. Bunu bilenler işte bu sebeple 1440 defa tekrar edilen bir andın hayatımıza onların istedikleri gibi etki etmesini istediler. Amerika ve Hindistan gibi bunu toplumun farklılıklarını nispeten gözeterek ortak payda oluşturmak için değil, tüm zenginlikleri tek kelime altında toplamak için diğer her şeyi yok sayarak yaptılar. Daha ilk kelime de bu devleti kuran halka ihanet ettiler. Bu topraklar için şehit olurken “Türkçe” bilmeyen Çerkezler bir anda Türk oldu. Kendileri gibi olabildikleri için, olabilmek için bu topraklara göçmüş Boşnaklar birden başkası oldular. Asırlar boyu burada hep birlikte yaşamış Ermeniler, Kürtler ve Yahudiler önce Türküm deyip sonra milletlerini özlerinden çok sevdiler. Hayatı yaşamak için zorlukları kanıksayan insan, sorunları da kanıksadı. Kendilerini bilenler bu devleti yeni gelenlere devredince ve biz daha bilmezdiğimizi bilmezken böyle gördük, inandık ve tasdik ettik. Binlerce “bir”ken, andımız bizim için her şeyi “bir”leştirdi. Biz ülkenin tamamının Türk olduğuna; arkadaşlarımızla bağırarak yarışırken inandık. Biz bizi bizden alan andımızı, bizden biri diye çığırdık…
Velhasıl, İster bizim yaptığımız olsun isterse Amerika’nın, insanı yaşatmak ve korumak için toplum tarafından tesis edilen devletin, varlığını borçlu olduğu toplumu manipüle etmesinin ne derece doğru olduğu sorusunun cevabını sizlere bırakıyorum. Ancak bu ülkede sıraya sokulan çocuk grupları kalıplara dökülmüş madenler misali yavaş yavaş ama derinden ve “tehlikeli” biçimde şekillendirildi. Bu sayede “aziz devletin kutsal” bekası için topluma biçim verildi. Bunun en temel ve büyük kanıtı, andımız kaldırıldığında bunu ülkenin bütünlüğüne indirilmiş bir darbe gibi gören safi zihinlerimizdir. “Andımızın kime ne zararı vardı ki?” diye soran bilmeyenlerimizdir. “Millet dediğin böyle şeylerle olur!” diyen kanıksamış ve kalıplaştırılmış suçsuz vatanperver insanımızdır. İşte bu yüzden andımızın bir çağ öncesi kalmış yöntemlerle okutulmasının önüne geçilmesi sadece yeni safilerin istikbali için değil aynı zamanda bizlerinde ne kadar kör olabileceğimizin ve bildiklerimizin aslında bilmediklerimiz olabileceğini de gösterdi. Andımızın getirdiği kalıplar ve sınırlar onun gidişiyle gitmez ancak gitmesi için de başka andlara ihtiyacımız olmaz…
GENÇ'ın Yazısı.