Üniversite ile İmtihanımız
Kadir Bekar / Genç Haber Merkezi / @yagmurvakti
Yeni bir ders yılı daha başladı. Hepimize hayırlı olsun. Daha şimdiden, “abi bu sene çok çalışacağım valla.”, “en önde oturacağım, defter tutacağım.”, “problem odada abi. Odayı temiz tuttuk mu iş tamam.”, “Bütün kitapları aldım, bir tane ders kaçırırsam namerdim.” ataklarını duymaya başladık. Bu atakların 1, bilemediniz 2 ay sonra kar yağışına müteakip erimesi kuvvetle muhtemel. Bu fikirlerin yerini ise tam zıttı karakterde olan tembellik, uyuşukluk, atalet ve rehavetin alması kaçınılmaz. Hele ki bahar dönemi geldiğinde, havalar bir güzel ısınıp, farklı hormonların salgılanması vuku buldu mu, bir de sinemalar, bir bilet alana ikinci bilet hediye kampanyasına başladı mı, vay bu görüşlerin haline!
Buna ister bir teori deyin, isterseniz bir mecaz, hatta bir hastalık. Ne derseniz deyin. Çünkü bu son zamanların modası haline gelmiş bir durum. Bu kaçınılmaz çaresizliği ötelemeye çalışan icraatlar ise başlı başına bir macera. Sınav haftası namazları kaçırmamalar, türbelerde dualar, okunmuş pirinçler, sınav gecesi sabaha kadar çalışmalar, defterlere fotokopi çekmeler… Hele ki geçen senelerde çıkmış soruları arama diye bir mevzu var, dersin kardeşim herkes istihbarat örgütü elemanı. Adam kimde hangi dersin, hangi hocasının, hangi sene çıkmış soruları var şakır şakır sayıyor. Hatta gıcık olduğu adama da soruların ulaşmaması için türlü entrikalar çevirmekten geri kalmıyor. Velhasıl çoğumuz bu hastalıklı yapıya yakalanmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Öyleyse şu can yakıcı soruyu sormanın vakti geldi sanırım. Peki, sebep ne?
Sebep şu ki bizler üniversiteye ilim talep etmeye gitmiyoruz. Ailemizin kölesi olduğumuzu düşünüp, nefsimizin kölesi olmaya kaçıyoruz. 50 alsak yeter diyoruz. Birileri falanca bölümü, falanca üniversitede okuyor desin diye okuyoruz. Diplomayı alıp, şöyle okkalı bir maaşla cukkayı doldurmayı istiyoruz. Bu söylediklerim hepimizin değil lakin çoğumuzun sahip olduğu ya da şahit olduğu düşünceler. Bu can yakıcı sorunun tam paralelinde ise yakıcı veyahut yıkıcı değil yapıcı bir soru bulunuyor. Peki, bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz?
Türkçe ’den az çok anlayan herhangi birine sorun, “üniversite” kelimesinin eski zamanlardaki yaygın kullanımına “medrese“ diyecektir. Bizler “medrese” kelimesinin doldurduğu ağırlığa ve derununa vakıf olabildiğimiz gün, çok farklı bir çağa gözlerimizi açmış olacağız. Bizler “medeniyet” kelimesinin ne demek olduğunu tüm dünyaya haykıran bir medeniyetin evlatlarıyız. Bizler “nizamı âlem ve ilahi kelimetullah” davasının hadimleriyiz. Bu yükün altında, bu kadar kan ve gözyaşının aktığı İslam coğrafyasında hala oyunda oynaşta olursan, gelirler davanın namusunu gözünün önünde kirletirler, sen de oturur kafede keyif gayfeni içersin, en Amerikan malından.
Ey kardeşim şimdi aç kulağını da beni iyice dinle. Yükün ağır, bunda hemfikiriz. Lakin bu yükü kaldırabilecek kudret evinde bulunan mukaddes kitabında mevcuttur. Aç, oku ve tefekkür et. Taze abdestinle çık sokağa, yolda gördüklerine tebessüm et ve o taze abdestinle, sağ ayağınla, gir sınıfına. Edebini muhafaza et. Oturuşun, duruşun, gülüşün, hatta soru soruşun bile Müslüman kimliğini ortaya koysun. Gün içinde namazlarını aksatma, Kurani Kerim oku. Sukut et. Arkadaşlarınla hoş geçin. Diğer kayıp halkanın deli gibi boş vakitlerini harcadığı kafelerden, oyun salonlarından, internetten ve boş ilimden uzak dur. Onlar vakitlerini israf ederken sen davan için çalış. Gönüllü faaliyetlerde bulun. Çalış ey davamın mukaddes karındaşı, çalış! Sen gayret gösterip çalışmaz da okunmuş pirince umudunu bağlarsan, 40 tencere pilav da yesen sittin sene başaramazsın. Ve son olarak tevekkül et kardeşim. Zira bütün işler O’nda son bulur ve O’nda başlar. Hidayet O’nda. Şayet işimiz O’na kalmışsa, olmuş bil kardeşim, olmuş bil.
GENÇ'ın Yazısı.