E ne oldu sizin bu sadakatinize, aşkınıza, inancınıza? Her şey filmlerdeki gibi yalan oldu da, Facebook’a “aşk diye bir şey yok”u bu yüzden mi yazdınız?

Her neslin, kendisine has özellikleri; zaman ve mekân mefhumlarından ötürü, yansıttıkları belli başlı etkiler vardır. Mesela 68 kuşağı derler, biz çok aşina değiliz ama duyduklarımızla biliyoruz; siyasi ve sol görüşlü bir hareket olduklarını. Keza 80 nesli yahut 90 nesli de buna örnektir, yani o yıllar doğanlar demek ki bir aksiyon gerçekleştirmişler ki, anılırlar hâlâ.

Tablet nesli diyoruz; ellerde Iphone’lar, sınırsız internetler, okullarda tablet kitaplar vs. Teknolojinin zarar-yarar hesabına girmeden biraz da inceden bu konudaki görüşümü de, bir “90 nesli” olarak belirteyim: “Hoştur bana senden gelen/Nâr’ın da hoş Nûr’un da.”

Ah bu bizim jenerasyonun romantizm sevdası yok mu… Hani 90 kuşağı; Cengiz Kurtoğlu’ndan Liselim’i dinleyen, Kokulu Mektup’lara âşina olan. Bir de üzerine mütedeyyin bir ailenin evlâdı olup, 28 Şubat hadiselerinin “eğitimde ambargo” uyguladığı İmam Hatip Lisesi’nde okuyan, evde baskı-okulda baskı gören, üzerine kız-erkek ayrımını hayatının her safhasında yaşamasından ötürü; bulunduğu yaşın vermiş olduğu “ergen psikolojisiyle” önüne ilk çıkan -sözde- kız kardeşine âşık olan, kankasının da ona: “Seviyorsan git konuş kanka…” dediğini ve kızın da ona, “Tamam ama Allah için olur”larla karışık verdiği cevaptan sonra, YTS’Yİ kazanan o romantik genç… YTS dediğim de, “yüzük takma sınavı.”

(Y)üzük (T)akma (S)ınavı, genellikle lisede başlayıp, üniversitede sonlanan “ilk aşıkların” hüzünlü öyküsünü konu edinir. Verilen sözler, içilen antlar, uğruna harcanan harçlıklar, el ele-diz dize “boş salonlarda” izlenen sinemalar, neticede bir hiç olur ve genç kardeşimiz olgunlaşır ya, ardına dönüverir, “Vay be, ne kadar da cahilmişim. Hem kendimi hem de bir haram üzerine inşa ettiğimiz ilişkimizdeki partnerimi heba etmişim. Belki üniversiteyi kazanamamamda da etkisi olmuştur. Hatta olgunlaşma safhamda, yalan söylemeyi, söz verip tutmamayı, binlerce sms’i bitiremeyip; geceleri +18 muhabbete dalmayı da böyle acı acı tecrübe etmişim. Allah’ım sen affet!” der. Tabii, inşallah bunu der, Allah da affeder!

-Bu yüzük takma sınavı sakın yanlış anlaşılmasın, sadece mütedeyyin camianın sıkıntısı değil çünkü. Şu an “kızlı-erkekli” bir üniversitede okuyan biri olarak, okul arkadaşımın, bir elinde rakı kadehi, diğer elinde absürt kıyafetiyle sırıtan kızın eli ve o ellerin yüzük parmaklarında, harçlıklardan artırılmış birer alyansla kombine edilmiş fotoğrafını sosyal mecrada görenlerdenim.

- Ahmet kızdan ayrılmış. Neymiş efendim, kız buna günaydın dememiş, kavga etmişler, sonra da ayrılmışlar. Mehmet’in durumu da ona benzer; onun da çocukluğuna veriyorum. E sana ne oluyor Kübra? Hani “her şeyden” çok seviyordun? Yahu siz yüzük de takmıştınız parmaklarınıza, sahi o yüzüklere ne oldu? İçine isimlerinizi yazdırmıştınız da, “Bu yüzükler bizim aşkımızın ve sadakatimizin nişanesi. Tamam, ailelerimizin haberi yok ama biz ciddiyiz sonuçta evleneceğiz” demiştiniz. E ne oldu sizin bu sadakatinize, aşkınıza, inancınıza? Her şey filmlerdeki gibi yalan oldu da, Facebook’a “aşk diye bir şey yok”u bu yüzden mi yazdınız?

Necip Fâzıl Kısakürek, “Bir gençlik; zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik” derken herhâlde, “Aşkım hadi yüzük takalım. Sonuçta biz örnek olmalıyız; insanlara ne kadar sorumluluk sahibi olduğumuzu göstermeliyiz” diyen şekilci gençleri kast etmiyordu. Ya da Asr-ı Saadet gençlerinin iffet ve namusla geçmiş yaşamlarında, bir kez olsun “hadi yüzüğü takalım da rahat rahat gezelim” diyen sahabeler yoktu. Keza Cemil Meriç’in, “İmansız ve ideolojisiz nesiller türettik…” sözü, sadece bir Kemalist gence ithaf olunmadı…

“Başörtüsü sorunu” diye bir kavramın literatürümüze girmesine sebep olanların ruhu ne hâldedir (!) bilmem ama meclise başörtüsüyle giren milletvekilleri, salt gerçeğin peşinde olursak, vicdanımızı rahatlattı. “Ohhh” dedik, “şükürler olsun” dedik. Bununla beraber CHP’li bir vekilin, Çamlıca Tepesi’nin eteklerinde el ele diz dize gezen mütedeyyin gençlerden bahsediyor olması da canımızı sıktı. Ama bununla pek yüzleşemedik. Coşkumuz ve sevincimiz buna mâni oldu. Bana kalırsa, ne olursa olsun bunun da üzerine gidilmeli. Kendi içimizdeki sorunları anlamalı, tanımlamalı ve çözmeliyiz.

Bu yüzük takma sevdası evlenmek isteyen, pardon; meraklısı (!) gençlerde var. Bunun ergenlik çağlarında zuhur etmesi de, çok manidardır. Yani bunu iyiye yorumlayıp, “Baksana artık gençler evlilikten korkmuyor ve yaşlarına aldırış etmiyor” diyebiliriz. Ya da olaya bir sosyolog nazarıyla bakıp, “Gençler evlilik isteklerine kendilerince cevap verme ve çözüm bulma arayışında” şeklinde bir açıklama getirebiliriz. Ama su götürmez bir gerçeği; evliliğin, “evcilik” olmadığını gençlere anlatamamış olmamızı, olaya hangi tarafıyla bakarsak bakalım, bahanelerin arkasına gizleyemeyiz.

Evet, benim için durum böyledir. Belki âcizane bir mizansenle yaklaşayım meseleye dedim ama durumun ciddiyeti de ortadadır. Daha evliliğin, karı-koca ilişkisinin, sadakatin ve aşkın tarifini bile bilmeyen gençler için ne yaptık, nasıl düşündük, dertlendik mi, bir sorgulayalım. “Kızlı-erkekli” evler hadisesi, daha geniş tutulmalı ve “dindar nesil” dediğimiz jenerasyona tamamen güvenebilmeyi, baskı yaparak, dinlemeyerek ve doğru bir empatide bulunmayarak, “ahir zaman” dediğimiz bu çağda, asla başaramayacağımızı anlamalıyız.


Salih Yüzgenç'ın Yazısı.