Ecdad Seferi Balkan Treni
Beyza Karaöz
Balkan Treni… Bu iki kelimenin değeri Balkanlara tren yolculuğu yapmış olunca daha da anlamlanıyor… Bu tren aynı zamanda gençlik treni, gençlerin yeni şeyler keşfetme treni… Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bu güzel projesine başvurup ardından da hak kazandığımı öğrendiğimde final haftasındaydım. Balkan Treninin programı ise bütünleme sınavlarına denk geliyordu. Hak kazanmama rağmen bütünlemeye kalırsam diye düşünüp gitmekten vazgeçtiğim anda bir telefon geldi geziye katılıp katılmayacağımı soran… O an ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü telefondaki ağabey bu projeye harcanan emekleri saymaya başlamıştı. Net bir şey söylemem gerektiğini düşünürken telefondaki ses ‘Böyle bir fırsat bir daha eline geçmez sınavı düşünmek de neyin nesi! ...’ demişti ki ağzımdan da “geliyorum” cevabı çıkmıştı…
Hazırlıklar tamamlandığında İstanbul’dan Edirne Tren Garına doğru yola çıktım. Balkanlara gitme heyecanım yanında Edirne’yi, Koca Sinan’ın koca eseri Selimiye’yi de görebilmenin heyecanı vardı şimdi… Bu gezide amacım sadece ‘gezmek’ değildi. Farklı yerler görmenin yanında yeni insanlar tanımak, yeni arkadaşlıklar kurmak, gideceğimiz yerlerle olan tarihi bağlarımızı pekiştirmek, tarihi yerinde görüp okumak ve üzerinde düşüncelere dalmak…
Gençlik Treni, yolcuları olan biz heyecanlı gençleri hoş bir karşılama ile vagonlarına aldı. Yataklı vagonlara sahip trenle bu denli uzun yolculuğa ilk kez çıkıyordum. Kompartımanlar için çok şirin iki kişilik odalar diyebilirim. Şirin kelimesini trende görevli ağabeylerden yemeklere kadar her şeye kullanabilirim sanırım…
Edirne Kapıkule’den yola çıkan trenimizin durduğu ilk istasyon Romanya’nın sessiz ve sakin başkenti olan Bükreş. Sokakları için bomboş denilebilir. Cadde isimleri komünizmden sonra değiştirilse de hala etkisini görüyor gibiyiz. Türkiye’de tam da Gezi Parkı türünden eylemlerin olduğu günlerde Bükreş’te rehberimiz, geçmişte komünizmden kurtulmak için yapılan devrimden bahsediyordu. 1980 yılında yani komünizmin hâkim olduğu zamanlarda Çavuşesku, içinde Romanya’yı temsil eden birçok şeyin bulunduğu görkemli bir bina yaptırmış. Bu bina şu anda parlamento binası olarak kullanılıyor. Bükreş’te uğradığımız bir diğer mekân da 1. Dünya Savaşı’ndan kalma Türk Şehitliği idi. Şehitlerimize, Fatihalarımızı ve minnetlerimizi gönderdik… Rehberimize güzel Türkçesini neye borçlu olduğunu sorup aldığımız cevaba şaşırıyoruz. Çünkü, Serdar Ortaç şarkıları dinleyerek öğrenmiş Türkçemizi.
Romanya’ya veda ederek trenimizle Macaristan’a doğru yola çıkıyoruz. Macaristan’ın başkenti Budapeşte, bir zamanlar ecdadın, suyuyla abdest aldığı Tuna nehri ile Buda ve Peşte diye ikiye ayrılan bir şehir. Tuna demişken başkentte her kapının önünde Tuna’nın taşkınlarına karşı konulan kum torbaları dikkatimizi çekiyor. Başkentte Gellert tepesinde Macarlardan Üsküdar’a Gider İken’i dinlemek de varmış… Ardından Estergon Kalesine gidiyoruz ve kalenin kalıntıları ile karşılaşıyoruz…
Rehberimiz Macarların da Orta Asya’dan göç ettiklerini bu nedenle ortak kelimelerimizin olduğunu örneklerle anlatıyor. İşte onlardan bazıları: Alma(elma), kayisi(kayısı), fincan, ibrik… Macaristan’ın yüksek şehir anlamındaki Vişegrad kentine, Rönesans dönemini canlandırmaya Rönesans Restoranına ceylan eti yemeğe gidiyoruz. Burada iç ve dış dekordan tabak kaşıklara kadar her şey o dönemi yansıtıyor… Karabiberi Osmanlı ile keşfeden Macaristan’a vedada zor anlar yaşasak da trenimiz bir sonraki istasyon yani Hırvatistan-Zagreb için harekete geçmişti bile.
Zagreb ziyaretimizde uğradığımız, Müslümanlar için kurulan İslam Merkezinde her şey düşünülmüş. Futbol sahası, çocuk kreşi, lokanta, ders odaları, cami… Ortaklığımızı iki kelimeye dökersek din ve tarih geliyor aklıma…
Ve sabahın ilk ışıklarıyla camdan dışarıda göğe sonsuzluğa uzanan minareler görmeye başlamak… Avrupa’nın Kudüs’ü olan Bosna’nın kokusunu duymak ve heyecanlanmak… Bu trene başvurma sebebim olan ülkedeydim artık kelimeler yetersizdi duygularımı tarife… Bilge Kral Aliya’nın yanında olmak, Baş Çarşı’da gezerken Boşnakların ‘Bizim için güzel hediyeler…’ dedikleri Osmanlı eserlerinde geçmişe takılıp yol almak, kahvesiz yapamayanların memleketinde kahve yudumlamak, binalarda mermi izleriyle, yollarda sık sık şehitliklerle karşılaşmak, ayranımı yudumlarken ezan sesiyle mest olmak... Buna Nehri kıyısında yaradılanı sevelim yaradandan ötürü anlayışıyla kurulan Alperenler Tekkesi tarihte yol aldığımız bir diğer mekân... ‘Bir gün yaşlanacağım, saçlarım ağaracak. Ama Mostar hep genç kalacak…’ diyerek Mostar üzerinden Neretva Nehrinin yeşil sularına bakarak Sultan Süleyman’ı, İstanbul’u, Bosna’yı, Mostar’ı düşünmek…
Bosna’ya tekrar geleceğimi düşünüp veda etmeyerek Sırbistan-Belgrad’a Türk büyükelçimizin karşılamasıyla ayak basıyoruz. Rehberimiz bir baklavacının önünden geçerken baklavayı tanımalarının şerefine Sırplar adına bizlere teşekkür ediyor. Belgrad’ın Kanuni hatırası ve aynı zamanda girişinde güvenliği bulunan şu anki tek camisi Bayraklı Camiinde Sırp asıllı imam Recep hoca ile Sırbistan’da Müslüman olmak üzerine sohbet ediyoruz.
Gitgide sona yaklaşıyorduk. Trenimize o kadar bağlanmıştık ki ayrılık kelimesini hatırlamak istemezken Yahya Kemal’in şehri Makendoya-Üsküp’e varmıştık. Üsküp ortasından Vardar Nehri ile yeni ve eski diye ikiye ayrılan bir başkent. Yeni kısmında tarihi anlamda Büyük İskender’in büyük büyük heykellerinden başka bir şeyle karşılaşmazken eski diye tabir edilen taraf camii, hamam ve çarşılarıyla tam bir Osmanlı hatırası…
Son ülke komşu ülke… Yunanistan… Kurabiye ve Mehmet Ali Paşa ile ünlenmiş küçük bir tatil kenti olan Kavala’ya uğruyoruz. Şehrin ortasında Kanuni’nin su kemerlerinin heybetiyle karşı karşıya kalıyoruz. Ve ardından Selanik… İsmini, Büyük İskender’in kız kardeşinin adından alan Selanik şu sıralar sokakları boş bir şehir.
Bizans döneminden kalma Yedi Kule zindanlarına çıkıp ardından Türk Konsolosluğu’nda bulunan Atatürk’ün evini görüyoruz. Camiiler ve hamamlar kapalı olduğundan bu eserleri dışından görüyoruz. Osmanlı izleri taşıyan Beyaz Kule görülüyor Selanik kordonu boyunca yürürken.
Sona gelmiş olmanın hüznü ile Edirne’ye doğru ilerlerken artık pasaport kontrolleri ile uyandırılmayacaktık ve her uyandığımızda başka bir ülkede bulmayacaktık kendimizi… Rüyadan uyanıyor gibi hissediyordum. Bitiminde bu kadar üzüleceğimi tahmin etmezken Edirne’de trendeki dostlarımdan ayrılırken düşündüm de telefondaki ses beni iyi ki trene katılmam konusunda uyarmış da iyi ki böyle bir fırsatı kaçırmamışım.
Balkan yolculuğumuzdan geriye kalan birkaç hatıra ile yazımı sonlandırayım:
Yunanistan Selanik`te pazar günü ayin esnasında girdiğimiz bir kilisede yakasına Yunan bayrağı rozeti takmış bir amca bizi durdurarak "Türkiye`den mi geliyorsunuz, Gezi olayları ne durumda?" diye sordu. Biz de artık düzelmeye başladı diyecekken kendisi hemen "Sakın oyuna gelmeyin, tüm bunlar Amerika gibi ülkelerin oyunu. Muhammed Peygamber demiyor mu aranızda bozgunculuk çıkartmayın diye bu insanlar neden böyle yapıyor? Erdogan (Türkçesi Erdoğan demeye yetmiyor) adam gibi adam sizi, sizin kitabınıza göre yönetmeye çalışıyor. Sizler iyi Müslümanlarsınız ben de iyi bir Hıristiyanım. İkimizde bir olan Allah`a inanıyoruz diğerleri gibi putlara tapmıyoruz." dedi. Amcaya mesleğini sorduk bir üniversitede tarih profesörü imiş...
Makedonya Üsküp`ün yeni ve eski diye ikiye ayrıldığından bahsettik. Eski denilen tarafta Murat Paşa Camii’nde Makedon Muharrem amca ile konuştuk. Dedi ki " Bu koca heykelleri bilerek yapıyorlar, Osmanlıyı buralardan attık ve artık biz buradayız diyorlar bu heykellerle... Heykellerin boyu camilerimizi geçmiş vaziyette. Ben mecbur muyum camide namaza durduğumda karşımda İskender miymiş neymiş bir de büyükmüş (Büyük İskender`den bahsediyor) onun heykelini görmeye?! "
Trende son akşamımız Berat Kandili ile aynı gün idi. Akşama kendi aramızda birşeyler yaparız diye düşünürken nasıl olduysa herkes bir program varmış diyip geldi. Gelmelerini tahmin edemeyeceğimiz arkadaşlar ellerine şal,cüz veya kitap ne buldularsa alıp geldiler. İyi ki de geldiler...
İşte bir kez daha `bir` olmuştuk, bir kez daha `bir`likte olmuştuk...
Balkanlara olan muhabbetimin artmasına, yeni dostluklar kurmama, yeni tatlar keşfetmeme ve yeni şeyler söylememe vesile olan Gençlik Trenine iyi ki varsın ve hep var olasın diyorum…
GENÇ'ın Yazısı.