Ömer Öztürk / Genç Haber Merkezi

Millet olarak en büyük zaaflarımızdan biri de, her şeyi çok ama çok abartıp günlerce, haftalarca konuşmamız. En işinde-gücünde olanlarımız dahi işini-gücünü bırakma pahasına hemen hemen her konuda fikir beyan etmeye bayılıyor. Bir gün evvelki futbol müsabakasında bir futbolcunun kaçırdığı penaltı bile ertesi gün herkese bol bol konuşma fırsatı sağlıyor. Böylece herkes bir süreliğine de olsa gizli işsizliğinin sıkıntılarından kurtulup avunuyor.

Şu aylardır süren dershane tartışmalarına bir bakın. Kimin neyi niye tartıştığı bile belli değil, herkes havanda su dövüyor. Nasıl dövmezsin? Vaktiyle öyle yanlış bir cemiyet sistemi teşkil etmişiz ki, birşeylerin eksilmesi hemen birilerinin tekerine çomak sokuyor. O birileri menfaatlerinden oluyor. Bu yüzden de Batı’da hemen halledilip yoluna koyulacak bu ve benzeri bir mesele bizde aylarca gündemi işgal edebiliyor.

Bugünün gençleri şu dershane tartışmalarına bakıp da bu tartışmaların fırından henüz yeni çıktığı ve sıcağı sıcağına servis edildiği gibi bir düşünceye kapılmasınlar? Fena halde yanılırlar. Zira bu dershane meselesi, daha somuta indirgersek, “dershaneler kapansın mı kapanmasın mı?” meselesi ben kendimi bildim bileli var. Ben kendimi 1988 senesinde bilmeye başladım. Buna göre 25 yıllık bir mesele bu. Kim bilir belki daha evveli de vardır.

1987-1995 yılları arasında, istisnasız her yıl hem kış hem yaz döneminde dershaneye gittim. Bu yıllar dershanelerin en gözde olduğu yıllardı. Dershaneler pahalı idi ve o yıllarda bu pahalılık hususu da çok konuşulurdu. Dar gelirli aileler çocuklarını dershaneye gönderemez, bu da haliyle toplumsal bir eşitsizlik meydana getirirdi. Öte yandan eğer derslerinize çalışmaz, yan gelir yatarsanız, en mükemmel dershane dahi kâr etmezdi. Tabiatıyla bunu en iyi bilenlerden biri de benim. O yıllarda herkesin çok iyi bildiği bir slogan vardı: “Dershane değil, düzenli çalışma kazandırır.”

O yıllarda dershaneler en çok Üsküdar ve Kadıköy’de bulunurdu. Bu iki şehir bu konuda birbiriyle sık sık rekabet ederdi. Ne de olsa dershanecilik kârlı bir sektördü. Gençler üniversiteyi kazanmak için can atıyorlardı. Kendimden biliyorum, üniversite benim için mutlaka ulaşılması gereken mübarek bir hedefti. Bizlere başka hiçbir alternatif sunulmuyordu.

Birkaç yıl önce, dershane dönemlerimden kalan belgeleri çöp tenekesine emanet ettim. Bunlar içinde testler, defterler, kitapçıklar, arkadaşlarla çektirdiğimiz fotoğraflar v.s. bulunuyordu. Keşke atmasaymışım. Şimdi hiç olmazsa birini sizlerle paylaşırdım. Bu vesikalar bir daha gelmeyecek bir dönemin bir daha asla bulunamayacak eşsiz şahitleriydi.

Fakat çok şükür muhayyilemi de kaldırıp çöpe atmış değilim. Aklım başımda. O dershane yıllarına dair çok renkli hatıralarım da hem aklımda hem de başımda. Hatırlarsanız, bunlardan birini yazmıştım (bkz. Cihangir’den Üsküdar’a Yol Gider”). İnşallah bundan sonraki yazımda çok mühim ve sahiden bir dönem şahitliği niteliğindeki bir dershane hatıramı daha takdim edeceğim.


GENÇ'ın Yazısı.