Hayri Ünal

“Kim, Kur’an-ı Kerim’i indirildiği andaki gibi tazecik (vahy tazeliğiyle) okumak isterse Abdullah İbn Mes’ûd’un okuduğu gibi onu okusun.”

İslam nurunun kainatı aydınlatmaya başladığı ilk günlerdi. Yıllar süren bekleyiş, özlem, hasret bitmiş, yepyeni günler başlıyor, damla damla gönüllere inen aydınlık batılının kat kat olan karanlık perdelerini aralıyordu. Yaşı küçük, boyu küçük, gönlü büyük bir delikanlı vadilerde çobanlık yapıyordu.

İnsanlardan uzakta, tabiatın kucağında, önündeki hayvanların yamaçlarda, düzlüklerde, vadi tabanlarında ilerleyişlerini, buldukları otları, yaprakları yiyişlerini, taştan taşa sekişlerini, birbirleriyle yaptıkları küçük itişmelere, tokuşmalara bakıyor, zaman zaman onları ikaz ediyor, bazen de sadece gülümseyerek onları seyrediyordu.

Allah Rasûlü’nün davetini duymuştu. Ancak fazla üzerinde durmamıştı. Bir peygamberin ve insanlığa yönettiği davetin ne olduğunu anlamak ve bunun önemini kavramak için yaşı çok küçüktü.

Bir sebep daha vardı. O, her sabah erkenden Mekke’den sürüsüyle ayrılır, sabahın ilk ışıklarıyla ayrıldığı Mekke’ye akşam karanlığı yaklaşırken dönerdi. Gün boyu insanlardan uzakta, ıssız vadilerde kim bilir hangi duygu, hangi düşünce ve hayallerle dolaşır, çobanlığını yaptığı hayvanların peşinden yürürken zihninden neler geçerdi?

Güttüğü hayvanlar kendi hayvanları değildi. Mekke’nin ileri gelenlerinden Ukbe İbn Muayt’ın hayvanlarıydı. O, Ukbe’nin çobanlığını yapan bir yetimdi. Bu Mekke’li çocuk, günlerden bir gün, yine vadilerde hayvanlarını güderken uzaktan ili kişinin geldiğini gördü. Olgun yaştaydılar. Yaşları gibi kendileri de olgun tavırlı, vakarlı insanalardı. Abdullah, merakla onlara bakıyordu Yorgundular. Yorgunlukları kadar açlıkları, susuzlukları ve dinlenme ihtiyaçları da göze çarpıyordu.

Abdullah’ın yanlarına geldiklerinde selam verdiler. Uygun bir yere oturdular. Sonra; “Delikanlı! Bize biraz süt sağlar mısın? Susuzluğumuzu söndürelim, boğazımızı ıslatalım,” dediler.“Yapamam!” dedi. “Davarlar benim değil. Ben emanetçiyim. Onları bana güvenerek verdiler.” Bunları söylerken iç dünyasının zorlandığını, içine bir hüzün çöktüğünü hissetti. Ancak böyle konuşmak zorunda olduğuna inanıyordu.

Yorgun ve susuz misafirler kızmamış, onu yargılamamış, ayıplamamışlardı. Aksine onun davranışları ve sözleri hoşlarına gitmişti.

İçlerinden biri; “ Bana henüz koça gelmemiş bir koyun gösterir misin?” dedi. Abdullah, yakınlarında bulunan, henüz gelişmenin eşiğinde olan bir kuzuya işaret etti. Bu sorunun ne için sorulduğunu merak etmişti. Kendisiyle konuşan hoş adam kuzuya doğru ilerledi. Usta bir tavırla onu yakaladı. Sonra eliyle hayvanın göğsünü sıvazladı. Besmele çekmişti. Dudakları kığırdıyordu. Anlaşılan kuzuyu sağmaya niyetliydi.

Küçük Abdullah, şaşkınlık içinde onu seyrediyordu. Henüz anne olmamış bir kuzu nasıl sağılabilirdi ki? Sessizce yapılanları seyreden Abdullah’ın gözleri biraz sonra dehşetle açılıyordu. Kuzunun göğsü sütle dolmaya başlamış, çok geçmeden de taşarcasına hayvanın göğsünü zorlar hale gelmişti. Diğer bir adam yerden içi oyuk bir taş bulmuş, süt için hazırlamıştı…

Çok geçmedi kap doldururdu. Misafirler yeterince içti. Abdullah, gördüklerine inanamıyor ve ne diyeceğini bilemiyordu. İsterseniz şimdi Abdullah’a kulak verip bundan sonrasını ondan, dinleyelim: Sütleri içip kandıktan sonra o mübarek adam, kuzunun göğsüne “çekil” dedi. Göğüs çekilmeye, büzülmeye başladı. Eski haline gelinceye kadar çekildi.

Daha fazla dayanamadım bu mübarek insana; “Söylediğin bu sözleri bana da öğret!” dedim. Gülümseyerek saçlarımı okşadı ve; “ Sen öğrenmeye meraklı bir çocuksun,” dedi. Abdullah İbn Mes’ud’un İslam Nuruyla tanışmasına yaşadığı, asla unutamadığı ve tesirinden kurtulamadığı bu dakikalar sebep oldu. Çünkü sözünü ettiği mübarek insan Allah Resulü(s.a.v), yanındaki arkadaşı da vefalı dostu Ebu Bekir es- Sıddik (r.a) idi.

İlerleyen vakitler bu küçük çoban dalda dalga yayılan İslam sancağının önderlerinden olacak, her Kuran okuyuşunda güzel sesiyle insanları kendine hayran bırakacak, Peygamber efendimizin en yakınında bulunacak, büyük hizmetler gerçekleştirecek, büyük bir alim olacaktır.

Not: Bana Abdullah İbn Mes’ûd’u sevdiren Genç Dergi`ye ve Süleyman Ragıp Yazıcılar`a teşekkürü bir borç biliyorum. Yazıdaki notlar Dr. M. Şerafeddin Kalay hocanın “Peygamber Dostları Örnek Nesil 2” Kitabından alınmıştır.


GENÇ'ın Yazısı.