Çam Ağacını Yakmak
Yunus Emre Gürcan
Kenara çekil ağaç ışığımı engelliyorsun!
Seslendim sahipsizce. Bir beton zeminde kurulmuş sahte ve küstah ormana, ormanın merkezinde boy göstersin diye topraktan koparılmış çam ağacına. Taş, moloz, plastik ve sentetik ne varsa, yığılmış gibi üst üste; tek ve gerçek bir tane, güneşin ışığı vurmalı yüzüme. Kenara çekil ağaç, beni benden ayırıyorsun dedim sessizce…
Günlerden bir gün, aralık ayının son demleri ve bir davet üzere gittiğim alışveriş merkezi. Sahte ve hakiki; yan yana, iç içe ve bir beraberce… Çevremde ki her şey sahte, tek gerçek güneş sanki o da ağaca kurban gitmiş belli ki.
Güneşe hakikat, alışveriş merkezine dünya ve ağaca da bid’at dersek yazıyı daha fazla uzatmaya lüzum kalmayacak ancak derdim büyük. Zira ben bu yıla kadar Anadolu’nun görece küçük bir şehrinde karşıladım hep milattan bir sayı daha uzaklaşmayı. Pekâlâ, orada da gördüm ve izledim ancak İstanbul’un havasın da solumak farklı oluyormuş, deneyimledim. Miladi takvimi bir şekilde kullanmaya başladık ve küreselleşen dünyada biz pek çok şeyi çok kere kanıksadık. Serbest piyasanın tüketim silahlarına maruz kaldık ve on iki aya yayılmış bir koca yılda koca koca poşetler aldık. Geçti zaman, bitti ay ve geldi yeni yıl. İkinci çinko, din dil İslam hooop tombola ve happy christmas…
Giderek küçülen dünya ve daralan pazar sonrasında hala daha zenginleşmek isteyenler; basit, etkili ve kazançlı bir yol buldular. Çeşitli isimler, kutlama ve tebrikler ile bahane olunan ve her defasında tüketmeye teşvik eden bir yenidünya. Bu değişime büyük kültürel aktivitelerin ve dini “ritüellerin”de kayıtsız kalması beklenemeyeceği gibi buna lokomotif oldukları da söylenebilirdi. Kültür dediğimiz şeyin elbet sabit ve mutlak bir tanımı yoktur ancak insan etkileşimlerinin bir ürünü ve pek tabii insan hayatı için bir etken olduğunu da söyleyebiliriz.
Kültürü nasıl tesis ediyorsak, aynı şekilde onu soluyup onunla şekillenebiliriz, şekilleniriz. Pek tabii geleneklere paralel giyinirken, giyindiklerimizin “geleneklerini” sahiplenebiliriz. Yılbaşı kutlamalarının kime ait olduğunu ve nedenini, nasılını sorgulamak istemiyorum. Ben, biz dediğim bu toprakların insanına hizmet etmek için dört bir yanı doldurmuş avm’lere ve muhtelif dükkânlara bakıyorum. Taksimi nefes alınmaz hale getirecek kadar “tüketen” yurttaşlarımı gözlemliyorum. Boşluğa takılıp gidecek bir dünyanın envai çeşit hiçliğine bakıp; işte bu sahte diyorum. Bu sahteliği yaşamın temeli ve tamamı haline getirmiş, getirmek üzere ve getirecekmiş gibi duranlara bakıp bu hakiki bir vahamet diyorum.
Çam ağaçları, parti şapkaları ve hindi çılgınlığı? Başkalarının yaptıklarını tekrar etmek başkaları gibi olmak değil midir ya da sadece “gibi” olarak kalmaya mahkûm mu olmaktır? Avrupalıymış gibi, eğleniyormuş gibi, zenginmiş gibi, hayırsever, Müslüman ve insanmış gibi… “Ama biz doğumu kutlamıyoruz ki”, sahte ve hakiki, pek çok mili piyango bileti. Benden bana dair ne var ki? Başka bir kültürün izleri, değişime ve dönüşmeye maruz kalmış kişi. Çam ağaçları kadar basınçlı su, havai fişek dumanı kadar biber gazı, yeni yılın kutlu olsun gezi parkı…
Güneş hakikat, alışveriş merkezi dünya, ağaç da bid’at. Her şey ve her yer, sahte ve hakiki. Bir insan kendini bulmak için ne yapmalı ki? Taş, moloz, plastik ve sentetik ne varsa yığılmış gibi üst üste, güneş ışığını gören bir tek pencere. Buldu âdem, belki yakaladı hakikati ama o ağaç oradan çekilmeli…
GENÇ'ın Yazısı.