İdeal Nesil Derdinin Sürdürülmesi Gerekiyor!
El Aziz doğumlu olan Ergün Yıldırım, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji mezunu. Aynı bölümde yüksek lisans ve doktorasını yaptı. Bilgi ve Hikmet, Yeni Zemin gibi çeşitli dergilerin çıkmasında rol aldı. “Hayali Modernlik” “Türk Milliyetçiliği” “Aile Sosyolojisi” “Ak Parti ve Cemaat” “İktidar Mücadelesi ve Din” “Kişisel Gelişimin Sosyolojisi” gibi, birçok alanda kitabı var. Şu an, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde, Sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olan Yıldırım ile SEKAM’ın gençlik araştırması üzerine konuştuk…
SEKAM’ın araştırma sonuçlarına göre gençlerin %72’si kendisini “biraz modern biraz geleneksel” olarak tanımlıyor. Ne dersiniz buna?
Bu çok önemli bir veri. Türkiye’de gelenek ve modernlik diye birbirinden ayrı iki alanda insanlar birbirlerinden ayrılmıyorlar. Bir uzlaşmaya, bir senteze varmışlar. Bu sentez nedir? Gelenek ve modernliğin beraber yaşadığı bir sentezdir. İnsanlar hem tarihi değerleriyle, hem dini değerleriyle var olmak istiyorlar, hem de yaşadıkları çağın getirdiği bir takım imkanları yanlarında taşımak, onlarla beraber olmak istiyorlar. Gençlik açısından Türkiye’de bir çözümün ortaya çıktığını görüyoruz.
Ateist olduğu hâlde namaz kılanlardan bahsediyor araştırma, ilginç değil mi sizce de?
Türkiye toplumunda öteden beri ben Müslümanım diyenler arasında oruç tutma oranı çok yüksekken namaz kılma oranı aynı oranda yüksek değildir. Diğer yandan namaz kılmayan insanların da bazı konularda çok hassas olduğu, bu konular için rahatlıkla kendilerini feda ettiklerini görmek mümkün. O nedenle insanların dindarlık ölçütlerini sadece bir takım “namaz kılmak, oruç tutmak veya kurban kesmek” gibi çok nesnel verilerle saptamak çoğu zaman zor bir şeydir aslında. Sosyolojik araştırmalarda nesnel verilere başvuruluyor ve böyle hareket ediliyor. Fakat bu nesnel verilerin toplumun geneline bakılarak yorumlanması, diğer verilerle mukayese edilerek yorumlanması çok önem taşıyor.
Gençlik arasında, bahsettiğiniz bu gibi ilginç durumlar, tam da bunalımlı kimlik boyutunu yansıtıyor. Gençlik gibi çok seyyal olan bir yaşam alanında, gençlik gibi daha henüz kimliğini tamamlamamış yaş grubunda bu tür kayganlıkların olması olasıdır her zaman. Gençlik artık, ateistlik, İslamcılık, ülkücülük şeklinde 80 öncesindeki gibi, kendi mağaralarında, kendi dar hayat alanlarında yaşayan gençlik değil. Üniversitelerde çeşitli sosyal faaliyetlerde, sosyal medya forumlarında ve diğer alanlarda daha fazla etkileşimde bulunan bir gençlik ile karşılaşıyoruz. Dolayısıyla bu karşılaşmalarda bunların birbirinden etkilenmesi mümkün. O nedenle ateist olan bir ailede İslamcı, İslami anlayışı benimseyen genç kimlikten insanlar çıkabiliyor. Ya da tam tersi, İslami anlayışı benimsemiş olan ailelerde farklı yönelimden gençler her zaman olabiliyor. Çok yoğun bir medya kültürünün, uydu teknolojisinin, dijital yaşamın toplumda etkili olması ve gençlerin de bunun içerisinde yaşamaya başlamasıyla da yakından alakalı aslında…
Araştırma verilerine göre, kendilerini “İslamcı” “Muhafazakar” olarak tanımlayan birçok gencin dahi kızlı-erkekli bir şekilde aynı evde yaşamayı normal karşılamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Gençlik dönemi hayatın en enerjik, en dinamik zamanıdır. Bu cinsel enerji açısından da böyledir, diğer ilişkiler açısından da böyledir. Gençlerin bu en enerjik döneminde onların evliliğini ertelemek, yirmi sekiz ve otuz yaşa doğru erteleyip, bu halde yaşayın demek, evlilik öncesi ilişkilere kapı aralamaktır bir açıdan. Bunlar hayatlarını erteliyorlar, evliliğini erteliyorlar, meşru yollardaki enerjilerinin tatminini, arzuların tatminini erteliyorlar. Arzularını meşru yollarla tatmin edebilmeleri için gerekli olan evliliği yerine getiremiyorlar. Çünkü evlilik için devasa şeyler vardır önlerinde: Ev tutmak, beyaz eşya almak, mobilya almak, istikrarlı bir maaşa sahip olmak. Bütün bunlar devasa şeyler ve bunlar yirmi sekiz, otuz yaş civarlarında gerçekleşmesi mümkün olan şeyler.
Kapitalizm toplumu böyle kurguladığı zaman biz de buna inanmaya başladığımız zaman, gençleri başka bir hayata yöneltmiş oluyoruz. Bu Avrupa’da da böyle Türkiye’de de böyle. Daha erken yaşta hayata atılsalar, para kazansalar ve evlenmek için çok fazla paraya ihtiyaç duymadan karşılıklı gönülle, sevgiyle, rızayla, aşkla nikâhlarını yapsalar, belki bu evlilik dışı yaşam yahut evliliğe benzer partnerlik yaşamı bu kadar yaygınlaşmayacak.
Araştırmaya göre laiklik her kesim tarafından iyice özümsenilmiş görünüyor. Zaten Türkiye’deki son olaylardan sonra, muhafazakar camialarda da “laiklik gerekliymiş” vurgusu yapan aydınlar oldu. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Ben bunu çok hoş karşılamıyorum. Bu ciddi bir sorun. Gençleri anlıyorum da aydın insanların bu tür cümleler kullanması çok esef verici. Laikliği bilmemelerinden kaynaklanıyor. Müslüman toplumlar asırlarca, farklı dini anlayışlar arasındaki çatışmalarını, sorunlarını çözmek için laikliğe ihtiyaç duymadılar. Yani biz laiklik tecrübesini çok acı yaşadık açıkçası. Laiklik Türkiye’ye bir hegemonya olarak geldi. Dini yapıları, kurumları, aktörleri tasfiye etmek için, Osmanlı mirasını tasfiye etmek için kuruldu. Laiklik Türkiye’de hiç uzlaşma sağlamadı. Bu çok büyük bir yanılgıdır aslında. Türkiye’de yaşanan çatışma iki farklı dini anlayışın çatışması değildir. İktidar ile din anlayışının çatışmasıdır. İktidardan pay alma üzerine meydana gelen bir çatışmadır. Dolayısıyla mezhepler çatışması, din anlayışları çatışması olarak okumak çok büyük bir yanılgıdır. Medeniyetimiz medeniyetimiz diyoruz, kalkıp bir de laiklikten meded umarak cemaat ile parti çatışmasını çözebileceğimizi umuyoruz. Çok naif bir düşünce bu. Yazık!
Peki gençler cemaatlerde, vakıflarda, derneklerde, sivil toplum kuruluşlarında yetişmeye devam ediyor mu yoksa giderek artan bir bireyselleşme mi söz konusu?
Bu çok eski bir şey. Asım’ın Nesli, Büyük Doğu Nesli, Altın Nesil, Diriliş Nesli var. Bunlar bir yönüyle güzel bir şey. Özellikle İslami camiadan aydınların, insanların, cemaatlerin bir nesil arayışı içinde olması Türkiye’nin kimlik bunalımına karşı geliştirilen bir çözümdür, bir arayıştır. Nesil arayışları çerçevesinde birçok insan yetişmiştir. Bir aktörün, bir aydının etrafında yetişerek hayatına yön veren, idealler edinen muhafazakâr kesimden, İslami kesimden gençlerin, Türkiye’ye kattığı çok büyük değerler vardır. Hem entelektüel olarak, hem siyasi alanda, hem de sosyal alanda kattığı değerler var. Ama aynı zamanda cemaatlerin şu açıdan varlığı önemli: Sohbet kültürüyle, büyüğü küçüğü bilme kültürüyle, adap-erkan bilme kültürüyle insanlara bir ahlak öğretmesi, bir takım sabiteler sunması çok büyük bir değerdir. İdealler, entelektüel birikim, düşünceler önemlidir ama bunun altında bir ahlaki yön yoksa, bir ruhani boyut yoksa, bunların savrulma ihtimali çok daha yüksek. Dolayısıyla aslında en güzeli; hem ideali olan, hem düşünceleri olan, okumalarıyla, düşünmeleriyle, tefekkürleriyle bunları genişleten hem de cemaatsel ortamlarda bir ruhani kimlik edinerek, büyük ve küçüklüğü bilerek, bir üslup kazanarak bir gençlik yetiştirmektir ve bunun oluşmasıdır. Bugün Türkiye’de aslında bunun şartları var. Bunun iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Gençlere örnek olacak, onları etkileyebilecek gençleri nasıl yetiştirebiliriz sorusunun cevabını aramalıyız. Çünkü gençlerin içinde daha idealist olan, sorumluluk duygusu önde olan, topluma karşı, milletine karşı derin hissiyatı olan gençler vardır. Onları yetiştirmek, onların elinden tutmak, onlara yardımcı olmak, onları birbiriyle tanıştırmak ve onların gelişmesine katkı sağlamak bence çok büyük önem taşıyor. Biz yetişkinlerin veya Türkiye’de herkesin, gençlik ile ilgili problemleri çözmek konusunda bu nesil idealitesini sürdürmesi lazım.
Gençlik artık, ateistlik, İslamcılık, ülkücülük şeklinde 80 öncesindeki gibi, kendi mağaralarında, kendi dar hayat alanlarında yaşayan gençlik değil.
Peki sizce genç nesil potansiyellerini inkişaf ettirebilecek yeteri kadar imkan bulabiliyor mu? Bu anlamda sağlıklı bir kanalize olma durumu var mı?
Önemli ölçüde böyle imkanlarla buluşamadığını söylemek mümkün, çünkü eski dönemde siyasi, ideolojik hava ağırdı, bu belki bir yön veriyordu gençliğe ama yeni dönemde bu siyasi hava ve ideolojik ağırlık da yok. Gençler daha çok kendi başına hareket ediyor, uğraşıyor, ya da belirli cemaatlerle sınırlı anlamda kapalı bir biçimde faaliyetlerini yürütüyorlar. Gençler bir cemaatin tümüyle kapalı bir yapısı içinde kaldığı zaman da bahsettiğimiz büyük gençlik grubuyla temas kurması zor. Diğer yandan üniversitelerde teorik anlamda ağır bir program var. Gençler derslere girip çıkmakla, üniversiteyi bitirmekle iyi insan olacaklarını, yetişeceklerini düşünüyorlar. Hâlbuki yetişmek sadece derslere girip çıkmakla ilgili değil. Sosyal faaliyetlere girmek, orada aktör olmak, orada bir şeyler üretmek, tartışmak, özgüven sahibi olmak açısından, kulüpler, dernekler, öğrenci toplulukları çok büyük bir değer taşıyor.
Araştırmaya göre yeni neslin en temel özelliği benmerkezci oluşu; en vazgeçilmez değeri de özgürlük. Bu konuda eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bu hepimizin sorunu. Hepimiz bireyselleşiyoruz. Bireyselleşme modernleşme ile gelen bir şeydi. Globalleşme ile birlikte daha da derinleşti benmerkezcilik. Bu benmerkezcilik hakikaten günümüz toplumunu tehdit eden en önemli sorunlardan biri. Eskiden şöyle denirdi: İnsanların özgüvenleri yok, benlikleri yok, şahsiyetleri yok, ya kabilesini ya mahallesini ya da ideolojisini temsil etmişler ya da başka bir şeyi. Bunu eleştiriyorduk, bunu tartışıyorduk. İnsanın insan olması, eşref-i mahlukât olması şahsileşmesine bağlıdır. Şahsileşmek, insanın kendine özgü nitelikleriyle gelişimini sağlaması, kendi rengini, kendi kokusunu ve tadını bulmasıdır. Bu önemli bir husus. Ama bugün bahsettiğimiz benlik bu değil. Benmerkezcilik, benlik ise tam tersine kendi dışındaki varlığı, insanı, toplumu dikkate almamak, her şeyi kendisiyle başlatıp, kendisiyle bitirmektir. Bu ciddi bir sorun. Gençliğin de önemli bir sorunu… Bu, bugünün egemen kültürünün sunduğu bir şeydir. Avrupa’dan, ABD’den gelen ya da hegemonik kültür dediğimiz, küresel araçlarla sürekli bize dikte ettirilen kültür de bize bunu söylüyor. Kendini yaşa, kendini keşfet, kendini bul sloganlarıyla sürekli bu vurgulanıyor. Dolayısıyla burada insanlar benliklerini daha çok egoist bir biçimde tanımlamaya başlıyorlar. Yoksa gerçek manada, insanın ben dünyasında ilahi olan da vardır. Dolayısıyla onu keşfeden insan başkalarını da keşfeder. Hakikati de keşfeder. Bu farklı bir açılımı getirir insana.
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.