Neden Isınamıyoruz?
Ömer Öztürk
Bendenizin ilkokulun birinci sınıfına başlaması 12 Eylül İhtilali’nin birinci sene-i devriyesine, yâni Eylül 81 tarihine tekâbül eder. Evimizin – hemen üstünde – penceresinden görülebilen, tipik bir devlet okulu idi.
Hiç mi hiç ısınmazdı. Üşürdük. İnsan bir kez üşümeye görsün: tir tir de tir tir, tir tir de tir tir, ondan sonra tırt…
Isınma sorunuyla ilk kez bu okulda karşılaştım. Öğretmen her gün derse girer, her seferinde de biz ufaklıkların “üşüyoruz” şikâyetlerine muhatap olur ve ilk dersini mecburen Isınma Bilgisi’nden verir, ancak ondan sonra Hayat Bilgisi’ne geçerdi.
Gerçi ısınma bilgisi de hayat bilgisinin konusu idi ama hayat bilgisi dersinde genellikle böyle konuları hiç işlemezlerdi.
Hani şu skeçlere, filmlere, türlü muhabbetlere yıllarca konu teşkil etmiş, “Kurbağanın solunum sistemi”, “solucanın üreme türleri” gibi çok mühim (!) meselelerden sıra gelmezdi de ondan.
Esasen, Isınma Bilgisi dersi, aslî derslerin yeknesaklığını kıran, ekstra (fazladan) bir ders olduğu için, en sevdiğimiz ders idi.
“Isınmak ruhî bir fiildir,” diye başlardı hocamız; “insan soğukta da ısınmaya muvaffak olabilmeli, kendini ısınacağına inandırabilmeli. Evet, kaloriferlerimiz yeterli çalışmıyor, ısıtmıyor, ama bunun da bir çaresi var. Evvela iki elinizi biri birine sıkı sıkıya kavuşturun. Kavuşturun ve giderek artan süratle ovuşturun, ovuşturun, turun, run. Bakın nasıl ısınacaksınız, hatta ısınmaya başladınız bile. Isındınız değil mi? Hadi itiraf edin.”
Ne yaparsın, iş başa düşmüş, naçar, hocanın dediğini yapar, ve mecburen ısınırdık. Yani onun dediği gibi, ısınmış gibi yapardık.
Ya Hoca ne yapsın? Devlet yetersiz olunca, başına düşen işi tamamlıyordu.
Bir hafta evvel, bir gazetede bir makale okuyordum. Yazar, bir devlet hastahânesine uğramış, herşey yolundaymış, gel gelelim, bir sorun varmış. Hastane soğukmuş, çalışanlar bile içeride paltoyla oturuyormuş.
Şaşmadım. Yıl 2014 oldu ve biz hâlâ dünyanın en pahalı yakıtını kullanıyoruz. Pek çok ev yeterince ısıtılamıyor, çoluk-çocuk üşütüyor, hastanelere taşınıyor.
Ki şunun şurası İstanbul. Bunun bir de Anadolu’su var.
70’li yılların sonlarında ısınma meselesini çarpıcı surette ortaya koyan bir reklam filmi vardı. Bir apartmanın kazan ya da kalorifer dairesinde kapıcı kömürün dozunu kaçırıyor, bunun üzerine apartman ahalisi ayaklanıyor ve “piştik, yöneticimiz uyuyor mu?” diye haykırıyor. Kapıcı bu defa da kömürü az atıyor, apartman sakinleri yine isyanlarda: “Donduk yöneticimiz uyuyor mu?”
Yanisi: bu işlerin bir kararı yok mu kuzum? Ne vakit orta yolu tutturacağız? Hep uçlarda gezinen bir millet olmaktan ne zaman kurtulacağız?
Yoksa biz canbaz mıyız?
GENÇ'ın Yazısı.