Mehmet Erturan / Genç Haber Merkezi / @sabrazam

Gecekondu devleti İsrail, Filistin topraklarında kalıcı bir barıştan bahsediyor. 1967 sınırlarına dönülmesi ile iki devletli bir barış projesi ABD ve BM dâhil dünyaya egemen kesilen ülke ve kurumların dilinde. Bu projeden yana olan Türkiye’nin bir ama’sı olduğunu düşünüyorsanız bizimle de paylaşın. İsrail’in Nakba/Büyük Felaket’ten yani 1948’den beri bir işgalci olduğu ve işgal ettiği Filistin topraklarından tamamen çekilmesi gerektiğini söyleyenler azınlıkta. Bu yüzden gerçeği dillendirenlerin sesi cılız çıkıyor. Menfi egemenlerin köşeyi döndüğü dünyada bizlere de baş dönmesi kalıyor.

Kaçak bir yapılanma olan İsrail devletinin Filistin topraklarındaki varlığını dünya kamuoyu nezdinde hukuki bir zemine dayandırma ve Siyonizm’i sorgulayan algıları eleştirilerden arındırma çabası olarak yorumlanabilecek olan ‘kalıcı barış için iki devletli çözüm’ projesi dâhilinde 67 sınırlarına dönüldüğünde Filistin başkenti olarak Doğu Kudüs öngörülüyor. Mescid-i Aksa da öngörülen başkent sınırları içerisinde yer alıyor. Zaten olmazsa olmaz olan bu durum güya sus payı olarak verilmek isteniyor.

Bir de konuyla ilgili kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığıyla “İnanıyorum ki İsrail yeni fırsatlarla karşı karşıya. Bazılarımızın ön yargılarını atabileceğini umuyorum. Herkes biliyor ki barışa ulaşabilmek için toprak vermek zorundayız.” diyen Şimon Peres’e sormak lazım “kimin toprağını kime veriyorsun lan sen!?”

Müstekbirlerin gasp ettiği egemenlik hakları, hakikatin temsilcileri tarafından geri alınmadığı sürece İsrail`in kalp coğrafyamıza bedenimize saplanan bir hançer gibi sokulmasından akan Müslüman kanı dinmeyecek gibi duruyor. Bunu tahmin etmek için Orta Doğu uzmanı olmaya gerek yok. Filistin örneğinde yaşananlar hepimizin malumu.

Nizam-ı âlem haklarını tekellerine alan beşizlerin ve onların arkasına saklanarak görünmeyen kuklacı derinlerin üzerinde proje ürettiği ve laboratuara çevirdiği toprakların adı bugün Filistin, Güney Sudan, Mısır, Suriye, Doğu Türkistan olabilir. Ama yarınlarda komşuda pişenin bize de düşebileceğini tahmin etmek için kitap üstüne kitap yazmış bir prof olmaya gerek yok. Bu ‘bize de düşme’ gerçekliğinin aksini kimse garanti edemez. Garantör devletler aldatmacası köprüyü geçene kadar ayıya yeni bir ambalaj yamayanların çevirdiği kumardır.

O yüzden hariciye nazırı Ahmet Davutoğlu’nun sıklıkla belirttiği gibi Türkiye/Anadolu sınırları bir yanda Kudüs’ten, Mekke’den, Bağdat ve Şam’dan başlar. Diğer yanda Üsküp, Bosna, Patani, Urumçi, Kırım, Grozni gibi akraba merkezlere uzanır. Yine kendilerinin altını çizdiği gibi bu coğrafyanın evlatlarının kaderi ortaktır. Tam da bu sebeple yaşanan olumsuzluklar karşısında ne yapılması gerekiyorsa birlikte yapılmalıdır.

Komşusu aç iken tok yatan zihniyeti kabullenmeyen medeniyetin mensuplarının ulusal ve uluslar arası siyasette üreteceği proje ve planlamalar ve bunlar için öngörülen çözüm önerileri diğerkâmdır. Makyavelizm ve benmerkezcilik Noel’e iman edenlerin işidir.

Söz konusu kardeşlik olduğunda verilecek tavizler tavizi doğururken tavizle birlikte doğacak bir diğer şeyse ölümdür. Ölümler de yıkımlara vesiledir. Güven kaybı, kardeşler arasındaki en büyük yıkımlardandır. Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşimize yardım etmek ve gerektiğinde de onu terbiye etmek öncelikle biz Müslümanların görevidir. Bu görev ihmal edilemeyeceği, ödünç verilemeyeceği gibi teslim de edilemez.

Türkiye, ayağına ve aklına atılan düğümlerden kurtulana kadar israf etmemek kaydıyla diğerkâm olabilecek bir denge siyaseti üzerinde durmalıdır. ‘Kardeşliğe Saygı Duruşu’.


GENÇ'ın Yazısı.