Halil Usta
Orada o gün, bir Allah dostu, Allah’ın kullarıyla bir araya gelecek; onlarla bir sofrada bulunup, ardından sevda yüklü o dertli gönüllere bir şeyler söyleyecek. Yeniden, kulluğu anlatacak onlara; bin dört yüz yıl evvel çizilmiş bir yol haritasını, tertemiz yüreklerin beyaz kağıtları üzerinde güncelleyiverecek.
usa Topbaş Efendi’nin teşrifiyle toprağı daha bir berekete bürünen Çukurova’da, hamiyetperver bir ailenin evinde ve o evin bahçesinde, nasıl telaş, nasıl telaş..
Sene 1994.
Orada o gün, bir Allah dostu, Allah’ın kullarıyla bir araya gelecek; onlarla bir sofrada bulunup, ardından sevda yüklü o dertli gönüllere bir şeyler söyleyecek. Yeniden, kulluğu anlatacak onlara; bin dört yüz yıl evvel çizilmiş bir yol haritasını, tertemiz yüreklerin beyaz kağıtları üzerinde güncelleyiverecek.
Öyle ince hesaplar, titiz dizaynlar.. Yemek sofrasında ip çekilerek dizilen tabaklar, bardaklar, kaşıklar. Taze abdestler ile hazırlanmış Yâsin’li, Ayet-el Kürsi’li ikramlar…
Anlatılan o ki, mutlu, mesut, bahtiyar sîmaların sofrasında, besmeleyle başlanan yemekte o gün herkesin dikkatini çeken bir şey var: Musa Efendi o gün masadaki salatadan ne çok yedi, ne çok yedi öyle..
Kalpten geçenler belli.. Mâşallah ilâveli merak fısıltıları..
Mübarek, bir ara, önlerinde, içinde hayli az kalmış salata tabağına işaret ederek buyuruyorlar ki:
“-Kardeşlerle oturulan sofrada yenilenler böyle nereye gidiyor anlaşılmıyor.”
Sonra sohbet.. Sayısı sınırlama ile hesaplı davetlilere terapi vakti.
Orada, “sanki başlarında bir kuş, kıpırdayıverseler kaçacak”, diye korkan bir topluluğu taklide yeltenen kardeş bir topluluk..
Evin bahçesinde, Musa Efendi’ni yönü kıbleye, yerde oturan dinleyicilerin yönü Musa Efendi’ye dönük vaziyette, insanın ruhunu çepeçevre sarmalayan bir aşr-ı şerif ile boyunları göğse devirme vakti..
Sonra, inci dişlerin, bembeyaz sakal ve bıyığın arasında ancak kifayet miktarı açılan dudakların arasından dökülen şeçilmiş kelimelerle kurulan cümleler, kalplerden öne uzatılmış gönül kaplarına doldurulmaya başlanıyor.
İnşaat ustası Halil Efendi de orada o gün.
Sohbete davetli sınırlı sayıda kardeşlerden biri o. Bir gayret, bir gayret, yetişmiş bahçeye.
Nasıl mahzun.. Kapatmış gözlerini, o da doldurmuş kesesini. Edepten, üstâdını, kafasını kaldırıp bir seyre bile dalamamış belki.
Biraz sonra okunup dinlenen ezanı müteakiben, namaza geçelim denilmiş. Yönü zâten kıbleye dönük olan üstâdın hizmetindeki ağabeyler, ‘herkes bulunduğu yerde arkasına dönsün, öylece namaza duralım’ buyurmuşlar.
Orada bulunan bir Büyük’ten gelen sesle irkilmiş Halil Usta:
“-Halil Usta! Buyurun, namazı siz kıldırın..”
“-Aman Efendim..” falan diyecek olmuş..
Biraz önceki ses, daha net bir tonla ısrar edince, o “Usta”, “İnşaat Ustası” Halil Efendi, evine döndükten sonra kendisine bu mevzunun şiirini bile yazdıracak bir bahtiyarlıkla, Musa Efendi’nin de içerisinde bulunduğu bir cemaate namaz kıldırma bahtiyarlığına ermiş bir bağrı yanık oluvermiş.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.