Keçi Yollarına Sapma Başını Belâya Sokma...
Sırât-ı müstakîme girmek büyük bir nimet ise de, orada sebatkâr kalmak daha büyük bir nimettir. Yola girmek kolay; fakat yolda kalmak zordur. Kelime-i şehâdet dediğimiz Allah ve Resûlüne îmânla bu ana caddeye girilivermesine mukabil, başka yollara sapmadan nihâî hedefe kadar bu irâdeyi koruyabilmek, işte esas büyük dava budur.
âbir ibn Abdullah [ra] anlatır:
«Bir gün Allah Resûlü Efendimiz’in huzurunda bulunuyorduk. Önce yere düz bir çizgi çizdi. Sonra bu çizginin sağına ve soluna ikişer çizgi daha çizdi ve elini ilk ortadaki çizgiye koyarak ‘İşte bu Allah’ın yoludur’ buyurdular ve arkasından şu âyeti okudular:
“İşte bu, benim dosdoğru yolumdur (sırât-ı müstakîmdir). Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah, sakınasınız diye emretti.” (el-En’âm, 153)1.
Sırât-ı Müstakîm
• İlâhî nimete ermişlerin yoludur. “Bizi sırât-ı müstakîme hidayet et; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna...” (el-Fâtiha, 5-6). Kendilerine Allah’ın nimet verdikleri ise bir başka ayette şöyle açıklanmaktadır: “Allah’a ve Rasül’e itaat edenler; Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır.» (en-Nisâ, 69).
• Allah Resûlü ’in şahsında sergilediği ve inanç, ibâdet, ahlâk ve muamelelerinde takip ettiği nurlu yoldur. “Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen gerçekten sırât-ı müstakîm üzere gönderilen peygamberlerdensin”. (Yâsîn, 2-6).
• Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu hayat tarzıdır, yani İslâm’dır. “(Ey Nebiyy-i Ekrem!) Muhakkak ki sen onları sırât-ı müstakîme çağırıyorsun. Ama âhirete inanmayanlar bu yoldan sapıyorlar.» (el- Mü’minûn, 73-74)
• İnkâr ve şirkin gizli-açık, büyükküçük her çeşidinden sakınıp yalnız Allah’a kul olmaktır. “Ey Ademoğulları, ben size Şeytana tapmayın; o, sizin için apaçık bir düşmandır, bana kulluk edin, işte bu sırat-ı müstakimdir diye bildirmedim mi?” (Yâsin, 60-61)
Evet, sırât-ı müstakîm, Yüce Rabbimizin peygamberleri vasıtasıyla açıklayıp örneklerini sergilediği, güven, huzur ve selâmetle yolculuk yapılabilecek ana bir caddedir ki, bu yolun dünyadaki tezâhürü, arı-duru tertemiz bir hayat, şeytân ve avânelerinin esâretinden kurtuluş ve yalnız Allah’a kul olmanın verdiği izzet ve hürriyettir. Bu yolun âhirete uzanan bölümünde ise yine aynı şekilde huzur ve selâmet vardır. Dünyada iken sürdürülen îmân, İslâm ve ihsân çizgisindeki hayat yolculuğu, âhirette de her çeşit korku ve hüzünden korunmuş bir şekilde nûrlar içinde devam eder. Yolun nihâyeti, cennet ve cemâl-i ilâhîdir.
Şeytan ve askerleri, bu yolun yolcularını ana caddeden saptırmak ve onları keçi yollarına davet edip çıkmaz sokaklarda helâke sürüklemek için, nefsin hoşuna gidecek çeşitli davet ve vaatlerle kandırmaya çalışırlar.
“Şeytan Rabbine karşı gelip dedi ki:“Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin sırât-ı müstakîm olan (dosdoğru) yolunun üzerinde elbette oturacağım. “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve Sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” (el-A’râf, 16,17)
Şeytan ve avânesinin çağırdığı yolların nihâyeti, dünyada perişanlık, âhirette ise cehennemdir.
Sırât-ı müstakîme girmek büyük bir nimet ise de, orada sebatkâr kalmak daha büyük bir nimettir. Yola girmek kolay; fakat yolda kalmak zordur. Kelime-i şehâdet dediğimiz Allah ve Resûlüne îmânla bu ana caddeye girilivermesine mukabil, başka yollara sapmadan nihâî hedefe kadar bu irâdeyi koruyabilmek, işte esas büyük dava budur. Yol haritasını bilmek, yolda gaflete düşmemek, yol işaretlerine dikkat etmek ve belki de en önemlisi bir kılavuz bulmak bu yolculuğun emniyeti bakımından önemlidir.
Yol emniyeti bakımından birçok madde sıralanabilirse de biz bunlardan yolculuğun en kolay ve en emniyetli bir şekilde sürdürülmesine vesile olacak birbirini destekleyen üç madde üzerinde duracağız.
1. Hedefi hiç unutmadan, bu uğurda samimi bir gayrete (mücâhedeye) soyunmak. Zira gayret, ilâhî rahmete vesiledir. Akıl ve idrâke yön veren Rabbânî ilhâmlar, irâdeyi diri tutan mânevî feyizler ve gönle şevk aşılayan engin duygular, çoğu zaman kulun gayretine Rabbin ihsânlarıdır. Bu yönüyle mücâhede, tıkanan bütün yolların açılmasına vesile olan bir anahtar gibidir. Bu durum âyet-i kerimede şöyle bildirilir:
“Uğrumuzda gayret sarfedenleri (mücâhede edenleri), kesinlikle bize ulaştıran yollara erdiririz. Hiç şüphesiz Allah iyi ve güzel işler yapan ihsân erbâbıyla beraberdir.” (el-Ankebût, 69).
2. Ayakların kaymaması bir başka ifadeyle yolda kalmamak için, Allah’ın davasına/dinine yardımcı olmayı hayatın önemli bir misyonu hâline getirmek. Yalnız kendi derdine düşen kimseler, zamanla dertleriyle baş başa kalmaya mahkûmdurlar. Etkin insan, aktif insandır. Vurdumduymazlık ve tembellik durgun su gibi kokuşma alâmetidir. Özün çürümesidir. Mecâlin kalmamasıdır. Böylelerinin yolda yürümek bir tarafa, ayakta bile durmaları zordur. İşte şu âyet-i kerime yolculukta ayakta kalabilmenin bu sırrını işâret etmektedir:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed Sûresi, 7)
3. Allâh’a tam sarılmak, O’na güvenmek ve O’ndan zihnen ve kalben asla kopmamak. Sırât-ı müstakîme erişmenin, onda kalmanın ve hatta hedefe kadar selâmetle yolculuk yapmanın en emniyetli yolu budur. Nitekim kısa ve öz bir şekilde bu hakikat şöyle beyan edilmiştir:
“…Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, sırât-ı müstakîme (dosdoğru yola) iletilmiştir.” (Âl-i İmrân, 101)
Allah’a sımsıkı bağlanan kimse,
• O’nu unutmayan ve her an O’nu hatırlayan (zikreden) kimsedir. Kendisini unutmayanı Yüce Allah hiç unutmaz ve onu hiçbir zaman yardımsız bırakmaz. O’nun yardımına nâil olan da asla mağlup olmaz ve yolda kalmaz.
• Her türlü şerden O’na sığınan kimsedir.Şeytanın çeldirici ve saptırıcı telkinlerinden ancak Hakk’a sığınanlar korunur. Zira O, kendisine sığınanı koruyacağını vaad etmiştir. Şeytân ve askerlerinin böyle kimseler üzerinde hükümrânlık kurma gücü yoktur.
• Yalnız O’na güvenip dayanan kimsedir.Ebedî ve ezelî olana ve her şeye gücü yetene güvenip dayanan kimseden daha emîn kim olabilir.
• İlâhî emir ve yasaklara titizlikle uyan kimsedir.
• O’nu her şeyden çok sevip yalnız O’na teslim olan kimsedir.
Hülâsa sırât-ı müstakîme girmek, onda sebat etmek ve hedefe erişmek, en güzel bir refîk (dost) gerektirir ki, bu da Refik-i a’lâ (En yüce Dost) olan Allah’tır.
İbn Mâce, Mukaddime, 1, Hadis no:11
Adem Ergül 'ın Yazısı.