Tahta Yastık
50.000 işaretten oluşan alfabelerine ve robot üreten zekâlarına rağmen asla bir Japon’a daha önceden sorulmamış bir soru sormayın. Önce boş bir ifadeyle şaşkın şaşkın bakar, selam vererek yanınızdan ayrılır ve bu konuyu meslektaşıyla derinlemesine tartıştıktan sonra yanınıza gülümseyerek gelir. “Hay” diyerek yerlere kadar eğilir. Fakat ağzını bıçak açmaz. Hayır demek onun için imkânsızdır.
Ulu ağaçlar arasındaki mabedin sisi, Tokyo’daki insan seli, sakuraların son büyüsü, ağaçların altındaki pembe yağmur, kalelerde dolaşan shogun hikâyeleri, adanın sokaklarında gezinen kimonolu kadınlar ve bir geyşanın gözyaşlarıydı Japonya.
Alımlı bir kadın kimonosuyla tahta köprüden geçerek dar sokağa saptı. Kiraz çiçekleri dökülmeye başlamıştı. Kırmızı fenerler Gion sokağını aydınlatırken hepimiz kalabalığa karışmıştık. Uzaklardan hafif bir melodi duyuldu. Ses yükseldikçe gölgeler kıpırdandı. Maiko’nun (Geyşa öğrencisi) sahip olduğu tek şey maskesiydi. Üst üste giydiği ipek kimonolar, topuzunu süsleyen altın iğneler hatta eğitim masrafını ödeyene kadar kendisi bile Okiya’nın (Geyşa okulu) malıydı. Yüksek tokyolar üstünde yürüyen geyşalar tahta kapılar arkasında kaybolurken biz de akşam yemeğini alacağımız lokantaya girip yer masasına oturduk. Sipariş vermemiz hayli uzun sürdü. 50.000 işaretten oluşan alfabelerine ve robot üreten zekâlarına rağmen asla bir Japon’a daha önceden sorulmamış bir soru sormayın. Önce boş bir ifadeyle şaşkın şaşkın bakar, selam vererek yanınızdan ayrılır ve bu konuyu meslektaşıyla derinlemesine tartıştıktan sonra yanınıza gülümseyerek gelir. “Hay” diyerek yerlere kadar eğilir. Fakat ağzını bıçak açmaz. Hayır demek onun için imkânsızdır.
Kiyomizu Tapınağı ulu ağaçların çevrelediği bir tepeye dayanmıştı. Binanın terasından vadiye baktım. Bu balkondan boşluğa atlayan dindarlar ölmezlerse, dileklerinin gerçekleşeceğine inanmışlardı. Dökülen kiraz çiçekleri arasından vadiye yürüdüm. İnsanlar tapınağa kutsal sudan içmeye gelmişti. Dilek çeşmesindeki su, para, aşk ve uzun ömür için akarken sıraya girip uzun saplı taslarını doldurmaya çalıştılar. Dilekleri için havuza para atan sadece turistlerdi.
Kyoto Japonya’nın en romantik şehri. İmparatorluk izlerini taşıyan bu topraklar II. Dünya savaşında bombalanmamış tek bölge. Kinkakuji: Altın Tapınağa vardığımda öğlen olmuştu. Gölete yansıyan bina olduğundan daha görkemli ve parlaktı. Küçük köprüler, iris tarlaları ve kiraz ağaçlarının arasında dolaşıp balıkları besledim. Nijo Kalesi’ne giderken yelpaze ve kimono satan dükkânlara bakmadan geçemedim. Çay keyfi Japon kültürünün bir parçası. Farklı müzik aletlerinden çıkan müzik tınıları çardağı sardığında uzun seremonilerle hazırlanan ikram başlamıştı. Toz çayla yapılan yeşil sıvı benim lezzet anlayışımın çok dışındaydı. Bitirmem ve boş tası kimonolu genç kıza eğilerek uzatmam gerekiyordu. Son yudum sanki ağzıma yapışmıştı. Yosun kokusu bütün gün burnumdan gitmedi.
Açık hava müzesini andıran Nara 8. yüzyılda kurulmuş. Dünyanın ahşaptan yapılmış en büyük mabedinde Budistler, 49 metrelik Buda’ya yalvarırken ben kiraz çiçeklerinin altında gezinen kutsal ceylanları besledim. Japonlara göre onlar, tanrıların yeryüzündeki elçileriydi. Benim içinse Allah’ın yarattığı en güzel hayvan. 3000 fenerle çevrili Kasuga Tapınağı’nda saçları mor salkımlarla süslenmiş rahibeler dilek ağacına çaput bağlayanlara yardım ediyordu. Birbirlerine secde ederek ibadete başladılar. Farklı dinden olanlar hayallerini bir bez parçasına bağlarken paraya kıyanlar tahta levhalara dileklerini yazıp astılar. Rüzgâr estiğinde birbirine çarpan tahtaların sesi gökyüzüne yükseldi. Birisi şöhret diye bağırdı, diğeri sağlık istedi. Ben sustum.
Osaka’ya vardığımda Japonya’nın tarihi büyüsü gökdelenlerin arasına sıkıştı. Sokaklarda kimonolu zarif kadınların yerini rengârenk giyinmiş marjinal gençler alırken kalabalık caddelerde kayboldum. Binaların dışı neon ışıklarla süslenmişti. Balık lokantasının üstünde kocaman bir yengeç, şekercinin vitrinindeyse devlere ait lolipoplar vardı. Küçük bir çocuk robot köpeğiyle yanımdan geçti. Karşımda oturan kızın göz bebekleri kelebek şeklindeydi. Yanındaki erkek arkadaşı saçlarını pantolonuyla aynı renge, pembeye boyamıştı ve ben bulanık yeşil çayın yerine sıcak kahvemi yudumladım.
Hande Berra'ın Yazısı.