Vahşeti Kınadık, Tamamdır (!)
Yunus Emre Gürcan
Perdeli bir sessizlik… Bağrışmalar, haykırışlar ve filmlerden kanıksadığımız takırtılar. Işığın her bir cüzüne nüfuz ettiği kurumuş sokaklar. Sokaklara uzanmış arkadaş, komşu ve dostlar ama bugün bir farklılar. Kırmızıya çalmış bedenler kadar canlı, ölümü kucaklamış gözler kadar çarpıcı. Başını kaldırmaya ne cesareti ne de takati vardı. Az ötesinde kinini, nefretini ve kötülüğünü yeryüzüne kusarmışçasına infilak eden bombanın tesiri ile yavaşlamış dünyadan tiksinmeye bile mecali; yarım açılmış gözlerine sızan vahşete karşı direnci yoktu. Doğmuştu gün, gelmişti ölüm. Ağlamıştı kader susmuştu zaman, hakikatten bihaber dönmüştü dünya heran…
Yeni doğmuş bir bebek Hristiyan bir ailede açmışsa eğer gözlerini, günahlarından arınır(!) vaftiz suyuna bulanmış bedeni. Hz. Âdem elmayı yiyince işlemişti ilk günahı, bu yüzden günahkârdı Hristiyanların çocukları, ama vaftiz edilmeye görsün uğramazdı cehennemin harı. Müslümanlar da ise başkaydı. Doğan insan masum ve temizdir, dünya hayatı onu günahla kirletir. Nefs, canlılıktı; masum doğan her insan günahkârdı. Şeytana kapıyı kapatıp, nefsini de içeride öldürmedikçe hayat temiz sayfasını karalardı.
İnsan eşsizdir çünkü irade sahibidir. Ve bu sebeple kandırılmaya, kötüye ve karaya düşmeye de müsaittir. Lakin samimiyet, ihlas, din, cami, toplum, iktidar, mahalle baskısı, Allah lafzı, iş ahlakı, insan utancı, tanrı arayışı, tasavvuf erbabı, mahalle bakkalı hadi o da olmadı sosyal medya reklamcılığımsılığı alıkoyar insanı günahlardan, kötü ve ayıplananlardan. Ama savaş, lanet olası savaş; yok sayar sayıp saymadıklarımızı…
Tüm baskı ve kuşatmacılıktan, toplum normları ve vicdanından sıyrılmış bir insan, Allah’ın her daim bizi seyretmekle görevlendirmiş nurlarının varlığını unutuyor çoğu zaman. Eline silah, gözüne de hırs verilince; bir de birisini öldürüp can alıp bağışladığı zannına kapılınca istediği her şeyi yapabileceği dürtüsü sarar dört bir yanını. Yaşım küçük, kütüphanem ise ondan da küçüktür ancak benim bile bilip hatırladığım bir dünya savaş, çatışma, iç savaş ve gene çatışma vardır. Silah bir insanı öldürürken birisinin de insanlığını öldürür ya, vahşet vicdanı boğar, şehvet de insanı hayvan yapar.
Evvelsi gün Bosna’da, dün Afganistan ve Irakta, bugün Myanmar, Suriye ve Arakan’da olan buydu. Allah-u Teâlâ’nın yaratılmışların en şereflisi diye müjdelediği insan; utancını, bakkalın bakışlarını ve vicdanını sırtına alıp objektiflere çok geç yansımış kareleri çizdi usanmadan. İşin ilginç olmayacak kadar aşikâr tarafı ise hep Müslümanların zulme uğraması ya da Allah’ı unutmasıydı.
Ölü canları sayıdan ibaret görüp şaşmadan sayanları, en pahalı silah ile ölmeden yardıma koşmayanları, insan hakkı demokrasi derkene onun için canını verenleri petrolün, doğalgazın ve paranın ardında kaybedenleri, bunlara kızıp da akşam evinde izlediği televizyona pek gülenleri, bizi ondan ayıran ve aşağılayan kürsülerin arkasından dünyayı kurtaranları, beylik laflara ev sahipliği yapan mikrofonları ve ölen insanları kapanan gazete yapraklarında bırakanları ile bir güzel dünya. Bastırılmış günahkârlığını savaşın rahat kollarında rahatça yaşayanların acımasızlıkları ve onlarla yarışan suskun şeytanların vicdanı.
İnsanın bu hali ve bu halini bilenleri şekli. Bugün Suriye için yola çıktığımız bu yazıda anlatıla gelen senaryo bu aslında. Aç kalmış ya da çok şey yaşamamış, hayatı karşısındakinin çekişmesi olarak görmüş toplumları baskılayan şartların ortadan kalkması ile neler olacağını bilenler, o şartları kaldırıverirler. Bazen siyaset ismini verdiğimiz belirsiz kavram için, bazen para, bazen birisini memnun etmek için. İhlas, din, cami, bu Suriyeli, bu Müslüman ama bu daha başka bir Müslüman sanki, Sünni, Şii, benden değilse ölmeli…
Refaha boğulmuş, dünyayı bulacağız derken ahireti kaybetmiş batıyı; mümessil, sorumlu ve sorunlu olarak yazmak parmaklarıma dahi sinmiş. Ancak ben Allah’tan korkarım, suçu İslam’ı unutarak dini dünya için kullananlarda ararım. İktidar için, hilafet için mezhep kurup yıkanların, mezhep için birbirlerini öldürmesine yanarım. Her aksaklığın ve asalaklığın sebebini haritanın soluna atanların, onlar gibi yaşayışlarına hayret eder Müslümanlığı kafa kâğıtlarından ötede ararım. İktidar için halkına zulmeden Esad’ın ardına duran beyaz adam ve Arap’a bakar, susarım. Komşumuza yardımı çadırlara sığacak kadar küçük, ölümüne mani olamadıklarımızın fotoğrafını çekecek kadar dürüst davranmamıza kızarım.
İnsanı anlattık ve insanı insanlıktan çıkaranları; ama sorumluları, sorunluları ve suçluları bulamadık. Öldüren mi, öldürten mi yoksa susan mı? Tarihte pek çok kere tekerrür eden bir olayın bugünkü adı Suriye iken, güneşin her bir cüzüne nüfuz ettiği sokakta bir âdem canını teslim ederken, birileri onları sayıp birileri susarken; Hz. Âdemin günahıyla kirlenen vaftiz suyunun ve karalanan beyaz sayfaların ne önemli var? Biz pek rahat bir şekilde bu yazıyı okurken…
GENÇ'ın Yazısı.