Allah`tan Hayırlısını mı Bulduk?
Yunus Emre Gürcan
Bir koca döngü durmuş, sessizliğe boğulmuştu. Tanımsızlık kadar geniş olsa da kâinat, şimdi susmuştu. Kapalı bir mekâna sığacak kadar alçalmış, elinin tersiyle her şeyi ardına itmiş bir âdeme bakar olmuştu. Önünde ki seccadenin desenleri ardına gizlenmiş hiçlik kadar güzellik, saygı ve edeple yoğrulmuş; Allah’ın huzuruna yükselen bir yüreğin kendini Hak yolunda eğip bükmesine müsaade etmişti. Duruyordu evren, konuşan Kur’an’dı. Küçülüp kayboluyordu kâinat, büyüyen imandı.
Gene bir gün, hep bahsettiğim gibi bir huşu içinde kılmayı arzulayıp da bir türlü Muvaffak olamadığım Cuma namazında, sağa sola serpiştirilmişçesine huzura duranların arsından geçerek arka saflara ilerliyorum. Allah-u Ekber diyerek dünyaya ait olanları terk etmesi gerekenlerin, duruşlarında, yöneliş ve teslim oluşlarında dünyaya ait şeyler görüyorum. Aklı karışmış, âlemi dağılmış dimağların plaklardan farksız duaları ile kaplayan sessiz mırıltılar, bizi hakikatten ve aslolandan alıkoyuyorlar. Derken bir adım sonra gördüğüm ben yaşlarında bir gencin bakışları, ibadet ahlakı, tövbe kapıları… Yanından geçme cüreti gösterdiğim amcama rahatsız vermeyeyim diye yere sabitlenmiş gözlerim, bir anlığına karşıma dikilmiş arkadaşa yükseliyor; Allah’a ulaşmanın heyecan ve utancıyla kavrulması, kavrulurken kendini bakmadığı yerde bulması gereken gözlerle karşı karşıya geliyor. Lise üniformasının verdiği geçicilik ve aceleciliğin yansıması gözlerinde okunuyor. Allah kelamı ile kıpırdanan dudaklar namazdan başka şeyler konuşuyor…
Düşünün ki sonsuzluk kadar çok yaratılmışların arasında en şereflisi olarak dünyaya gönderilmişsiniz. Ve gene tahayyül edin ki sizin gibi milyarlarcası olsa dahi, istediğiniz an ve zaman Yaradan’a ulaşabiliyor, onunla en şahsi ve kesintisiz iletişimi gerçekleştirebiliyorsunuz. Bu büyük nimetin kıymetini anlamak için bir başka nimet ihsan ediliyor. Allah bize namaz kılın huzur bulun, bereket bulun, kaybolup kendinizi bulun diyor. Namazı duaya vesile kılıyor ve günde beş kere benimle buluşun benden isteyin diyor.
Bugün bir öğrenci, yazar, sanatçı, bilim adamı; sıfatıyla iştigal olduğu alanlarda çalışırken dahi bazı mekânsal şartlar, durum ve kriterler belirliyor, istiyor, olmadan yapamıyor. Soru çözmenin, ışığı ölçmenin, dizeleri dizmenin bile bir yolu yordamı, usulü üslubu, yöntem ve şekli varken en kutsala giden yolun da pek tabii bir usulü ve farz derecesinde şartları var. Dünyaya düşme gafletine halk olmuş birisi olabiliriz. Camiyi dünyaya yaparken dünyayı camiye de taşımış olabiliriz. Hutbede yarın ki sınavı, surede cami çıkışını, tespihatta ayakkabı bağcığını, beş dakika sonra haramı düşünebiliriz. Bunları yapmadığım için eleştirmiyor, ben de yaptığımdan biliyorum. Lakin namazı bozan farz hatasından, bilip dikkat etmemekten hele ki bu devirde hiç bilmemekten korkuyorum. Kalkmaması gereken ayaklar, kaymaması gereken bakışlar…
Bir deli dervişin hikâyesi vardır bilirsiniz. Camiye gelip namaza durmuş cemaate bakar ve geri döner. Biraz sonra sırtında odunla namaza iştirak eder. Bu ne haldir? diye sorarlar. “Geldim, baktım ve gördüm ki; herkesin sırtında bir dünya nişanesi. Kiminde hasta öküzü, kiminde sürülmemiş tarlası, kiminde parası, kiminde derdi tasası… Bende sırtıma bir şey yüklenmeden gelmeyeyim dedim.
” Namaz huzura çıkmaktır. Şah damarından yakını, alnı secdeye değmiş canda bulmaktır. Tüm dünyayı geriye atıp, konuşulmadan söyleneni duymaktır. Parayı, evi, eşi, derdi, okulu ve saplanmış oku unutup sadece O’nu bulmaktır. Bakmayacaksın başka bakışlara zira soruyor Allah:
“Benden daha hayırlısını mı buldun ki ona bakıyorsun…”
GENÇ'ın Yazısı.