Agit Destan

Toplum olarak, ağız tadıyla sohbet etmeyi unutalı çok uzun zaman oldu. Artık kaçımız eş-dost ve aile büyükleriyle toplanıp sohbet ediyoruz veya yirmi dört saatimizin kaç dakikasını sohbete ayırıyoruz ki? "Neredeyse hiç kimsenin elinden telefon düşmüyor." Diyebilirsiniz ama telefon ve internet üzerindeki iletişimler tam manasıyla sohbet olamaz. Çünkü bu tür iletişimlerde karşınızdaki insanın ne mimiklerini görebilirsiniz ne de gözlerine odaklanabilirsiniz. Halbuki tüm iletişim uzmanları sağlıklı bir iletişimin ancak bu yollarla olabileceğini birçok kez, altını çizerek vurguluyor. Ama ne yazık ki günümüzde sohbet kavramı, sanal ortamlarda yapılan yazışmalardan ibaret kaldı. Bir makine aracılığıyla kısa kısa cümlelerle anlaşıyoruz artık. Tabi bu da duygusuz ve etkisiz bir sohbet olmaktan kurtulamıyor.

Ama eskiden böyle miydi;

Özellikle uzun kış gecelerinde; yün dolu minderler serilir, tavşankanı çaylar demlenir, gürül gürül yanan sobaya birkaç odun daha atılır ve sohbet edilecek ortam hazır hale getirilirdi. Sohbet edilecek evin sahibi gelen misafirlerin hepsiyle tek tek tokalaşır, onların hal hatırını sorar ve odaya alırdı. Tüm misafirler gelince sohbet başlardı. Sohbeti genellikle odadaki en yaşlı ve bilgili kişi başlatır ve uzunca konuşurdu. O konuşmaya başlayınca odadaki bütün gözler merakla ona yönelir, nefes alış-verişler ve çay kaşıklarının sesi dışında odada çıt çıkmazdı.

-İsterseniz eski sohbetleri daha yakından görebilmeniz için temsili bir hikaye anlatalım;``Haydi oğlum acele et`` diyen babamın kalın sesiyle irkildim. Hırkamı ve ayakkabımı hızlıca giydim. Babamın pamuk gibi elini tuttum ve birlikte dışarı çıktık. Kardan bembeyaz olmuş sokakları tek tek geçtik. Nereye gideceğimizi babama sormamıştım ama tahmin edebiliyordum. Çünkü babam sadece camiye ve sohbete giderken böyle acele ederdi. Yatsı ezanı çoktan okunmuştu, demek ki sohbete gidiyorduk... diye düşünürken tahta bir kapının önünde durduk. Babam tokmağı üç defa vurdu ve ``her şey yolunda`` dercesine yüzüme gülümsedi. Babamın bu gülümsemesi her zaman içime büyük bir güven doğururdu. Çok geçmeden kapı açıldı. Kapıyı orta yaşlı, gür bıyıklı bir adam açtı. Babama sanki yıllardır onu görmemiş gibi tokalaşıp sarıldı ve babama hal-hatır sorup benim de başımı okşadıktan sonra bizi büyükçe bir odaya aldı. Odada Kur`an okuyan yaşlı bir adamdan başka kimse yoktu. O adam Hikmet amcaydı. Bizi görünce Kur`an okumayı bırakıp ayağa kalktı. Güler yüzle babamla selamlaşıp tokalaştıktan sonra ``hoş geldiniz, geçin oturun diğerleri de birazdan gelir`` dedi ve zaten yanan sobaya iki üç odun daha attı. Babamla bir köşeye oturduk. Sobanın harareti soğuktan kırmızıya dönen ellerimizi hemen ısıttı. On dakika geçmemişti ki içerisi misafirlerle doldu. Odadaki tek çocuk bendim bu, kendimi özel hissetmeme neden oluyordu ve benden beklenmeyecek bir olgunluk sergiliyorum kendimce… Derken odaya çaylar getirildi. Elinde bardak dolu tepsiyle bir adam, arkasında elinde şeker kasesi olan bir başka adam... Tüm misafirlere tek tek dağıtıldı çaylar. Artık sohbet için her şey tamamdı. ‘’Şu üç şeyin değeri kaybedilince anlaşılır, gençlik, boş zaman ve sağlık’’ diyerek söze başladı Hikmet amca. O, söze başlayınca içerideki hafif uğultu hemen kesildi ve tüm gözler ona odaklandı. İçerideki herkes sohbete açtı sanki. Kafalarının üzerinde kuş varmış gibi dinlemeye koyuldular. Sanki hareket etseler kuş uçacak gibiydi. Birkaç dakika sonra odadaki çay bardaklarının şıkırtısı, yanan sobanın gürüldemesi ve Hikmet amcanın sesi bana tatlı bir müzik gibi gelmeye başladı. Hikmet amca yaklaşık bir saat sonra konuşmasını ‘’Sait Efendi, bizim odunluğun yerini bilirsin sana zahmet bize bir çeki odun getiriver.’’ Diyerek kesti. Bu sözle, odadakiler uykudan uyanırcasına irkildiler ve her birden Sait amcaya bakmaya başladılar. ‘’Sözlerimde kusur bulmayın ama sobanın maşallahı var efendim başka oduna ne hacet’’ dedi Sait amca. Hikmet amca, Sait amcanın yüzüne bakıp hafif bir gülümsemeyle;

Hele sen bir getir. Daha konuşacak epey mevzuu var. O zamana kadar sobada odun neyim kalmaz. Dedi. ‘’Başım üstüne diyerek odadan çıktı Sait amca’’ O çıkınca Hikmet amca odadakileri gözleriyle süzdükten sonra daha kısık bir sesle;

‘’Ağalar, bilirsiniz Sait Efendi’nin durumu çok kötüdür. Zor bela geçinir. Bizim hanım söyledi, geçen Salı, sürüsüne kurtlar dadanmış ve tek bir koyun sağ bırakmamış. Hepsi telef olup gitmiş. Sait Efendi’yi tanırsınız; gururludur, kimseden bir dirhem istemez. Diyeceğim şu ki, aramızda Sait Efendi için birkaç para toplayalım.’’ Hikmet amca sözünü bitirmemişti ki odadaki herkesin eli çoktan cebindeydi. ‘’Mustafa, evladım şu paraları topla da getir’’ dedi Hikmet amca. Heyecanlanmıştım. Çünkü ben de bu sohbette bir şeyler yapacaktım. Bu sözü büyük bir görev bilerek hemen ayağa kalktım ve bir çırpıda paraları toplayıp Hikmet amcaya verdim, daha yerime oturmadan Sait Amca içeriye girdi, getirdiği odunları sobanın dibine bırakıp yerine geçti. ‘’Allah razı olsun Sait Efendi’’ deyip sohbete devam etti Hikmet amca. Biraz daha konuşup sohbetini şu sözleriyle bitirdi;

‘’İşte böyle efendiler… Ben size bir ceviz siz de bana bir ceviz verirseniz, benim bir cevizim sizin de bir ceviziniz olur. Ama ben size bir öğüt siz de bana bir öğüt verirseniz, benim de sizin de tutabileceğimiz iki öğüdümüz olur. Her zaman birbirinizin arkasında olun, birbirinizin yanlışlarını güzel bir dille düzeltin, zor zamanların dostu olun, güzel günlerinizde herkes size dost oluverir ama dost kara günün yiğididir.‘’ Hikmet amcanın son sözleri çok hoşuma gitmişti. Ben de mektep arkadaşım Süleyman’ın kırık ayağı iyileşene kadar ona yardım etmeye karar verdim. Ayrıca cebimdeki fındıkların hepsini ben yemeyeceğim, yarısını kardeşim Osman’a vereceğim, diye söz verdim kendime. Odadaki herkes Hikmet amcayla vedalaşıp çıkıyordu. ‘’Sait Efendi, hele sen biraz bekle’’ dedi Hikmet amca. Hikmet amca ile Sait amca dışında odada kimse kalmamıştı. Herkesin yüzünde bir mutluluk ve memnuniyetlik vardı. Ben de çok mutluydum. Evin yolunu tuttuk babamla, aklımda hep Hikmet amcanın sözleri vardı. Babama ‘’ bir daha gelelim e mi?’’ dedim. Babam da, ‘’İnşallah oğlum sen yeter ki gerçekten gelmeyi iste‘’ dedi ve yola devam ettik.

İşte böyle… Gerçek sohbetin güzelliklerini sayarak bitiremeyiz. Bu tür sohbetlerde insanlar çok şey kazanırlardı. Öncelikle dinlemeyi öğrenirlerdi. Sohbetteki kıssalardan hisselerini alır, sohbetteki insanlarla kaynaşırlardı. Çocuklar bile terbiyeleri adına alabileceklerini bu sohbetlerden alırlardı. Bir derdi olan varsa derman bulup çıkardı. Bu sohbetler tüm sıkıntıları unuttururdu. Tabi bu tür sohbetler sadece bir evde toplanılarak yapılmazdı. Bir babanın aile fertleriyle bir saatlik konuşması, kahvehanelerde yapılan uzun, tadına doyulmaz sohbetler, bir öğretmenin ders dışında öğrencilerine anlattıkları, arkadaşlarla yapılan toplantılar da bu tür sohbetlere girer. Ama günümüzde ne yazık ki, insanlar televizyonu dinlemeyi büyüklerini dinlemeye tercih ediyorlar. Akşamdan sabaha, sabahtan akşama kadar hiçbir işe yaramayan mesajlarla dolduruyorlar kafalarını. Ve yine ne yazık ki o eski, paha biçilmez sohbetler, ‘’ hey gidi günler’’ diye ah çeken dedelerimizin anıları olarak kaldı sadece…


GENÇ'ın Yazısı.