Azraile “hoş geldin” diyebilme hünerini gösterebilmek adına, şimdi ölümü unutmadan yaşama vakti.

Klavyenin sağ tarafındaki 4 harfle yazabilirsiniz adını.

Çocukluk yıllarımızda biriktirdiğimiz eşyalar olur. Kimi oyuncaklarını biriktirir, kimi koleksiyon yapar biriktirdikleri ile. Günler, yıllar geçtikçe aslında başka şeyler de biriktiririz. Hüzünleri, kederleri, sevinçleri, karneleri, eskimiş ayakkabıları, gönül kırgınlıklarını biriktiririz. Büyüdükçe farkına vardığınız bir biriktirme daha vardır. Aslında yaşadıkça, farkına vardıkça cenazeleri de biriktiririz. Yakınlarımızın, hayatımızın sık sık kesiştiği, nasıl yemek yediğini, neyi sevdiğini, çocuklarının adını bildiğimiz, ona hediye alsak ne alacağımızı az çok kestirebildiğimiz insanların cenazelerini de biriktiriyoruz.

İstatistiklere göre daha büyüme çağına gelmişken bile binlerce şiddet ve ölüm sahnesini görmüş oluyoruz. Filmler, oyunlar, haberler bu açıdan oldukça zengin maalesef. Fakat bu zenginlik bizi daha hassas, duyarlı yapmıyor. Ölüm de, açlık, savaş, yoksulluk gibi, bizim uzağımızda, bize dokunmayacak mesafede diye algılıyor ve öyleymiş gibi yaşıyoruz. Başkasının acısını gören ama hissedemeyen insandan ne hayır çıkar? Hayır işlemek için cebimizden 5 lira çıkacak ama  onun için de reklam sloganı gibi cümlelere yahut acısı bol hikayelere ihtiyaç duyuyoruz. Vicdanımızı rahatlatan bir eylem olarak kalıyor o da. Ne fakirin elini tutmaya ne yüzünü görmeye, ne acısı taze bir canı teselliye yetecek yüreğimiz var. Her şey uzak bize. Ölüm ise en uzakta olsun istediğimiz.

Fakat ölüm, o klavyenin sağındaki harflere toplanmış ölüm, istediği an çıkıp geliyor. Teklifsiz.

Ne zaman bir kabre gitsem, orada sanki başkalarına benzemeyen ve hep kabirlerde gezinen bir rüzgarla, esintiyle karşılaşırım. Size değdiği her yerden hayatınızdan bir parça koparır sanki. Hayatı eskiten bir rüzgar. Sanki üzerinizde taşıdığınız her rengi biraz soldurur. Neşenizin de kederinizin de rengini soldurur. İki metre ötende daha yeni doldurulmuş bir kabir. Toprakta kökü koparılmış otlar, taş parçaları. Kabrin başında isimsiz bir tahta… Toprak dağılmasın diye iri taşlar konmuş etrafına. Geçici bir duvar örülmüş, geçici bir mezar taşı konmuş. Evladı, akrabası başında Kur’an okuyor, artık elinden gelen son ikram bu. Hemencecik başlarmış sorgusu, diyor bir kadın. Sorguya bir nefes, bir ferahlık olsun diye ümidi, Kuran okuyor tekrar. Kabrin, Peygamber kızı Zeynep’i bile sıktığı gelir hatırına… “Allah’ım, kabrini genişlet” duası dökülür gözlerindeki yaştan…

Toprağı eliyle düzeltmeye çalışan biri durup durup “hatırnaz” der. Bir kötü sözünü işitmedik, hatırnaz idi… Bir başkası “cennette buluşalım” der kısa ve öz. Başka yeri yakıştıramaz kabirdekine. Öyle titiz, temiz, cömert, sabırlı oluşa dair şahitlikler… Kör ölür, badem gözlü olur mu? Ölümlerin arkasından insanları dinlemek lazım. Kimi cenazeler daha toprağa konmadan bitiyor mevtanın hayatı. Ölümle zaten bitmez mi hayat? Hayır bitmez. Ölümle keskin kılıca döner bazı hayatlar. Halleri, sözleri sizi aydınlatmaya, yolunuza rehber olmaya devam eder. Mü’minin her salih ibadetinden hisse gider onlara. Nice hatim dualarında adları anılır. Ruhlarına bağışlanır nice Kuran’lar... Ölmek midir bu?

İnsan yaşadıkça ve yaşlandıkça daha çok ölüm biriktiriyor. Tanıdığı, sevdiği, yaşayışına şahitlik ettiği insanların ölümlerini. Ölümle, kişide saklı nice defter açılıyor. Allah geride kalanların ağzıyla açıyor o defterleri… Bir bakıyorsunuz biri sabrına, biri cömertliğine şahitlik ediyor, uzun uzun anlattığı hatıralarıyla. Bayramlardan daha çok küsleri barıştırıyor bazı cenazeler. Belki de ölen bayramların bayramını yaptığı için oluyor bu etki, bilinmez.

Ölüm var, her şey boş düşüncesi ete kemiğe bürünüyor. Dünyanın üç günlük olduğuna inanıyor yeniden herkes. İnanıyor ve görüyor. Bak yaptığı ev şurada, elbisesi , çantası burada. Cep telefonunun bile şarjı var ama o yok. Keskin bir bıçak kesti aramızı. Artık farklı alemlerdeyiz.

En güzel ölüm yorumu, hâlâ Necip Fazıl mısrasındakidir, gibi gelir bana.

Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber

Azraile “hoş geldin” diyebilme hünerini gösterebilmek adına, şimdi ölümü unutmadan yaşama vakti.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.