Ömer Öztürk

İngilizlerin meşhur bir sözü vardır. Derler ki onlar “You’ll Never Walk Alone/Asla Yalnız Yürümeyeceksin”. Biz ise, tasavvuf ananesinin hepimizi aşina kıldığı tevekkül bilinci ile er ya da geç kendimize döneceğimizi, yanı sıra âleme yalnız gelmiş olup yine yalnız geri döneceğimizi de iyi bildiğimizden, “Hak Bildiğin Yolda Yalnız Yürümekten Çekinmeyeceksin” düsturunu kendimize şiar edinmişizdir.

İnsan bu âlemde sadece kendisi olmayı, kendine dönmeyi öğrenmekle mükelleftir. Doğarken, elimize beyaz eşya kılavuzu gibisinden bir hayat-kullanım kılavuzu tutuşturmuyorlar. En mühim kılavuzlarımız Kur’an, peygamberler, sahabe, tasavvuf, ilim, salih amel, eski Yunan, antik çağ felsefesi v.s. incilerdir ki, genellikle bunları benimsemede ihmalkârlık gösterir ve eninde sonunda boşluğa düşeriz.

Hayatta en zor, tahammülü en zor şey insanın kendini sevmemesi, dahası sevememesidir. Hepimiz hayatımız boyunca bu acı hâli sayısız kere tecrübe etmişizdir. Zira sadece kendimiz olamıyoruzdur. Hayatta evvelâ kendimizi sevmemiz gerektiğini idrâk edemiyoruzdur. İşbu yüzden, söz gelimi kız arkadaşımızdan, sevgilimizden, eşimizden ayrılmak bile bizi bunalıma sürükleyebilmektedir. Çünkü kendi başımıza değil, onlarla var olabileceğimize kendimizi alıştırmışızdır. Şu televizyonlardaki, gazetelerdeki hazin eş, sevgili, karı-koca dövüşlerine, cinayetlerine, yürek burkan intiharlara ibret nazarıyla bakınız. Aslında hepsinin ardında kendini sevmeme dramı yatmakta değil midir? Allah’a samimi surette inanan insanın bu tuzaklara düşmesi mümkün müdür?

Çok ama çok sevdiğim ve kalan ömrümde tatbik etmek için gayret sarf ettiğim bir söz vardır. Bilirsiniz: Hayat birşeyleri beklerken arada geçen süre değildir, derler. Sahi, odaklandığımız şeyleri elde edince mutlu olacak mıyız? Bu arada bunları beklerken ölçüsüz bir hovardalıkla ziyan ettiğimiz yıllarımıza yarın öbür gün ah u vah etmeyecek miyiz?

Acaba biz de mi Godot’yu bekliyoruz. Samuel Beckett’ın “Godot’yu Beklerken” adlı tiyatro oyunu insanın yukarıdaki hazin çıkmazını pek âlâ vurgular. Godot bir simgedir; sevgilidir, servettir, eştir, diplomadır, kariyerdir, dünyevî ne varsa odur.

Aslında Godot hiç gelmeyecektir. Ve bizler Godot’yu beklerken bir de bakmışız ki, hayat trenini çoktan kaçırmışız. Yâni hayatı kendimize zehir etmişiz.

Kaza ve kadere iman edip, tevekkülü hayatımızın olmazsa olmazı kılıp, bir ân bile şükretmekten gâfil olmayıp, burada ve şimdinin sonsuz raksıyla hayatımızı bir cennete çevirip günü gelince de ebedî saadetin uçsuz-bucaksız ufuklarına yelken açmaktan başka bir seçeneğimiz var mıdır?

Olabilir mi?...


GENÇ'ın Yazısı.