Arıların Koruduğu İnsan!
Uhud savaşına iştirak eden Âsim bin Sabit, Rasûlullah’ın (sav) has okçularından idi. Bu savaşta Rasûlüllah’ın (sav) yanından bir an bile ayrılmayan, O’nunla beraber sebat eden bahtiyarlardandı. Bu gazada müşriklerin sancaktarlarından Müsâfi bin Talhâ ile kardeşi Haris bin Talhâ’yı ok ile öldürdü.
Bunların anneleri Sülâfe binti Sa’d, Hz. Âsım’ın kafatasından şarap içmeyi nezrederek yemîn etti ve onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti.
Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler de, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Bu yüzden alçakça bir plân hazırladılar ve hemen plânı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medîne’ye giderek Rasûlullah’ın huzuruna çıkıp ricada bulundular:
“Yâ Rasûlallah! Bizim kabilelerimiz, İslâmiyeti kabul ettiler. Yalnız Kur’ân-ı Kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur’ân-ı Kerîm’i öğretecek kimseler yollar mısınız?”
Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladı. Başlarında Âsim bin Sabit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târik, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.
Bu öğretmenler kafilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabilesi topraklarında, Reci’ suyu başında, seher vakti konakladılar...
Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lihyanoğularına gidip haber verdi.
Çok geçmeden kafilenin etrafı sarıldı. 200’den fazla silâhlı eşkıya oradaydı. “Bize öğretmen lâzım!” diyenler, çekip gittiler. O güzide Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar...
Lihyanoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, “Teslim olun! Canınızı kurtarın!” teklifinde bulundular. Asıl niyetleri onları Mekke’de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekkeli müşrikler kendilerine demişlerdi ki:
“Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz!”
Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Âsim bin Sabit, Mersed bin Ebî Mersed ve Hâlid bin Ebî Bükeyr:
“Hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini, ne de akitlerini kabul ederiz, diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler.” Asım bin Sabit dedi ki:
“Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.” Sonra ellerini açarak şöyle duâ etti:
“Allah’ım! Peygamberini durumumuzdan haberdâr et!”
Allah’û Teâlâ, Hz. Âsım’ın duasını kabul buyurdu ve Resûlullah efendimiz onlardan haberdar oldu. Asım bin Sabit müşriklere haykırdı: “Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dinimiz hususunda basiretliyiz. Ölünce şehîd olur cennete gideriz!” Müşriklerin ileri gelenlerinden Süfyân bağırdı: “Ey Asım, kendini ve arkadaşlarını zayi etme, teslim ol!” Asım bin Sabit ok atmak suretiyle cevap verdi. Ok atarken: “Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir. Mukadderatın hepsi başa gelicidir. İnsanlar er-geç Allah’û Teâla’ya rücû edicidir. Eğer ben sizinle çarpışmazsam anam üzüntüsünden aklını kaybeder, ma’nâsında şiirler söylüyordu.”
Hz. Asım’ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla delik deşik etti. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, “Ölünceye kadar döğüşeceğim, teslim olmayacığım” mânâsına gelirdi. Sonra da şöyle duâ etti:
“Allah’ım! Ben bugüne kadar senin dînini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyaz ediyorum. Çünkü Uhud’da öldürdüğü iki kardeş olan Haris ve Müsâfi’ bin Talhâ’nın anneleri Hz. Âsım’ın kafatasından şarap içmeye yemîn etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı.”
Âsim bin Sâbit’in ve diğer Ashabın ALLAH ALLAH nidaları, dağları inletiyordu. İkiyüz kişiye karşı on mücâhid ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezasını görüyorlardı. Asım bin Sabit en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kâfirler, Âsim bin Sâbit’ten o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce bile yaklaşamadıkları için uzaktan ok atarak şehîd ettiler.
O gün orada mevcut bulunan on sahabeden yedisi şehîd oldu, üçü esir edildi. Lihyanoğulları Sülâfe binti Sa’d’a satmak için Âsim bin Sâbit’in başını kesmek istediler. Fakat Allah’û Teâlâ, Hz. Âsim bin Sâbit’in duasını kabul buyurdu ve mübarek cesedine müşrikler el süremediler.
Allah’û Teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsim bin Sâbit’in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı.
“Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız,” dediler.
Akşam olunca Allah’û Teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi.
Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsim bin Sâbit’in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsim bin Sâbit’in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar.
Lihyanoğulları, Hubeyb bin Adî ile Zeyd bin Desinne’yi Mekkelilere sattılar. Onlar da bu iki sahâbîyi asarak şehîd ettiler.
Arıların, Âsım’ı korudukları hâdisesi zikredildiği zaman Hz. Ömer buyurdu ki:
“Allah’û Teâlâ elbette mü’min kulunu muhafaza eder. Âsim bin Sabit, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise Allah’û Teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhafaza edip müşriklere dokundurmadı.”
Bunun için Âsim bin Sabit anılırken, “Hamiyyü’d- Debr (Arıların koruduğu kimse)” diye anılırdı. (bk. Siretü İbn-i Hişam: 2/17İ; El- Bidayi Nihaye/İbn-i Kesir: 4/22)
Bu dünyada Allah’û Teâla’nın dinine sahip çıkanlara Allah’û Teâla da sahip çıkar. Allah’û Teâla’nın sahip çıktığı kimselere, münkir ve müşrik zorbaların gücü yetmez. Allah’û Teâla dostlarına ikramda bulunur. Onun ikramı ve yardımı muhteliftir. Yeter ki mü’min onun ikramına layık olsun.
Alican Tatlı'ın Yazısı.