Prof.Dr. Muhsin Macit, 1964 senesinde Erzurum’un Oltu ilçesine bağlı Özdere köyünde doğdu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi’nde görev yaptı. Halen Eskişehir Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde dekanlık vazifesini sürdürmektedir. 2009 senesinde, “Filmin Ağlanacak Yeri” isimli kitabı deneme dalında TYB tarafından ödüllendirilmişti. Geçtiğimiz Aralık ayında yeni baskısı yapılan bu kitap hakkında kendisiyle konuştuk:

Öncelikle ödül üzerine konuşalım; edebi eserlerin ödüllendirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Şahsi olarak eserinizin ödüllendirilmesi nasıl bir his?

TYB tarafından ilk baskı ödüle layık görülmüştü. İkinci baskıya “Merhamet” ve “Kar” başlıklı metinleri de ekledim. Doğrusu edebî eserlerin okuyucu dışında kurumsal kimliği olan yazar örgütlerince de ödüllendirilmesini bir teşvik, kadirbilirlik olarak değerlendiriyorum. Kişisel olarak daha önce Gelenekten Geleceğe adlı kitabımın tenkit dalında, Filmin Ağlanacak Yeri’nin deneme dalında ödüle layık görülmesine sevindim.

Filmin Ağlanacak Yeri’ni edebi tür olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Yazdığınız bir deneme kitabı mıdır?

Filmin Ağlanacak Yeri’ndeki metinlerin büyük çoğunluğu anı-öykü olarak değerlendirilebilir. Denemeye yakın olanlar da var. Aslında ben kırsal kesimde doğup büyümüş, sosyal değişmeye maruz kalmış kuşağımın benzer hikâyelerini, kendi payıma düşen kısmıyla anlatmaya çalıştım. Kırsal kesimden gelen pek çok edebiyatçı, kendi acısını ve yaşadıklarını öteleyerek başkasının hikâyesini anlatmaya girişiyor. Sanat ve hayat arasındaki bu ikilikten ölü eserler doğuyor. Filmin Ağlanacak Yeri’ndeki her cümlenin nabız atışı duyulabilir. Bu durum yazdığım kitabın deneme olmasına mani değil ama türler arasındaki geçişkenliği de göz ardı etmemek lazım.

Filmin Ağlanacak Yeri’nde yaşadığınız mekânlarla derin bağlar kurduğunuzu fark ettim. Bu konuda yanılıyor muyum? Mekânlarla bağlarınız nasıldır? Daha geniş ifade ile bir edebiyatçının mekânlarla ilişkisi nasıl olmalıdır?

Hayır yanılmıyorsun. Ama anlattığım hikâyelerde hasret, gurbet ve merhamet duyguları çocuksu ironiyle mekâna bağlanabilir. Şöyle ki ben, tarıma çok da elverişli olmayan, engebeli bir araziye kurulmuş, yoksulluğun herkesi eşitlediği bir köyde gurbete gidip para kazanabilen, yetmişli yıllarda Almanya’da işçi olarak çalışmaya gidip de çoluk çocuğunu ihmal etmeyen bir babanın çocuğu olarak büyüdüm. Hikâyeme baba hasreti sinmiştir. Yani ben hasret burcunda doğdum. Kendim de gurbetteyim. Mekâna ilgimi hasret duygusu beslemektedir. Ayrıca edebiyatçının, ressamın, sinemacının mekâna farklı bir duyuşla bakmak zorunda olduğu kanaatindeyim.

Bugün Türkiye’de akademisyenlerin akademik dil dışında, ortalama okura da hitap edebilecek kitaplar yazamadığına, günün dilini yakalayamadığına dair yaygın bir eleştiri var. Sizin kitabınızın bu eleştiriyi kırdığını düşünüyorum. Bu, zor oldu mu? Daha doğrusu nasıl oldu? Kitabın yazılış sürecinden bu bağlamda bahsedebilir misiniz?

Doğrusu ben Cahit Sıtkı ve Behçet Necatigil gibi öğretmen şairlere öykünerek şiirin cümle kapısından edebiyat dünyasına girdim. Hatta şiirde ısrar ettim. “Niçin Şair Olamadım?” başlıklı yazıda dolaylı biçimde de olsa şiirde ısrar ettiğimi anlattım. Türk edebiyatının hemen her türdeki ürünlerine ilgisiz kalmadım. Doğrusu edebiyat benim için, bir Mevlevi’nin ney üflemesi, Bektaşi’nin bağlama çalması gibi bir şeydir. Dolayısıyla akademik yazılarımda da ne anlattığım kadar nasıl anlattığım hususunda da kaygılandım.

Filmin Ağlanacak Yeri’ndeki metinlere gelince kişisel tarihime sahip çıkıyorum. Anlattıklarımın bir kısmı bilerek seçtiğim, bir kısmı ise bilinçaltımın estetik bir görüntüye büründürdüğü ayrıntılardır. Amin Maalouf’un Doğunun Limanları adlı romanında kahramanına söylettiği gibi; insan kendini anlatmaya başladığında, nesnellik, biraz da yalanın süslenmişi oluyor.


Mehmet Emin Gül'ın Yazısı.