Yüksek fikirler rüzgârlara göre savrulup gitmezler. Onlar, rüzgâr nereden eserse essin dimdik dururlar. Rüzgârlar her kafayı bir o yana bir bu yana savurup dururken münzevi fikir işçileri fikirlerini karıncanın yuvasını kurması gibi kurarlar. Sessiz, derinden; ama sağlam ve ihtişamlı.

Her büyük hadise gerçekleştiği zamanda derhâl anlaşılamaz; çünkü büyük hadiseler insanların düşüncelerini çepeçevre sarar ve onları bir taraf olmaya iter. Nasıl bir yemek fırından çıktığında belli bir sıcaklığa sahip olduğundan ve ağza götürüldüğünde yaktığından yenilemiyorsa hadiseler de ilk gerçekleştiklerinde belli bir sıcaklığa sahiptir ve o sıcaklık geçene kadar anlaşılamaz. Hadiselerin soğuması ise maalesef bir yemeğin soğumasından çok daha uzun süre ister. İşte bu uzun süreye ‘tarih’ adını veriyoruz. Anlaşılmaya müsait hâle gelen olaylara ise ‘tarih oldu’ diyoruz. Bugün bu deyim her ne kadar hükmünü yitirmiş şeyler için kullanılıyor olsa da gerçek öyle değildir. ‘Tarih olmuş’ hadiselere hükmünü yitirmiş demektense ‘tarih olmamış’ hadiselere hüküm verilemeyeceğini söylemek daha isabetlidir; çünkü tarih; yani zaman adil bir hâkimdir.

Tarihin/zamanın önünde dizlerini kırarak oturmamış hiçbir hadise hakkında hakiki hüküm verilemez, dedik. Hakiki hüküm verilemeyen hadiselerdense fikir çıkacağı iddia edilemez. İşte bu yüzden gerçek fikir işçileri fikirlerini tarihin/zamanın süzgecinden geçirerek beyan ederler. Sosyolojiden edebiyata; dilden politikaya hiçbir ilim dalında, bilhassa sosyal ilim dallarında meselenizi tarihte/zamanda bir yolculuğa çıkarmadan cevaplayamazsınız. İslam’da tarikatın ne olduğunu anlamadan bugünkü cemaatleri anlayamadığınız gibi Osmanlı edebiyatını anlamadan bugünkü edebiyat kavgalarını anlayamazsınız. Aynı şekilde tanrı kelimesinin eski Türkçe’de gök manasına da geldiğini öğrenmeden ‘tenerenin kuşu tutmaz’ yani göğün kuşu yakalanmaz deyimini anlayamadığınız gibi geçmişte yaşanan siyasi hesaplaşmaları anlamadan bugünkü siyasî kavgaları çözemezsiniz.

Hâl böyleyken her şeyi anladığınızı sanırsınız; fakat bir de bakarsınız ki hiçbir şey anlamamışsınız. Bu hâli toplumun birçok kesiminden insan bugünlerde daha da çok yaşıyor. Bugünlerde herkes ‘hiçbir şey anlamamışız’ diyor. Zannederim bu hâle düşülmesinin baş sebeplerinden biri her gelişmeye sazan balığı gibi atlanılması. Tabii aslında sazan balığı gibi atlayanlar sıradan insanlar değil. Denize ilk atlayanlar vapurda seyahat eden adamın elindeki gazetede köşe tutanlar; yani gazeteciler. Gazeteciler atlayınca vapurdaki adam da onun arkasından atlayıveriyor; çünkü bugünkü insanın kılavuzu gazete. Kılavuzu yazanlarsa gazeteciler.

Genç Dergisi bir kere ‘Kılavuzu Google Olanın Burnu Facebook’tan Çıkmazmış’ kapağıyla yayınlanmıştı. Biz de diyelim ki ‘kılavuzu gazeteci olanın kafası havuzdan çıkmazmış’; çünkü her gazete bir ‘algı havuzu’. Gazeteci ise bu havuzu dolduran işçi. Her gün belli bir ücret karşılığında havuza haber giriyor, yazı yazıyor, yorum yapıyor. Gazetelerle yatıp kalkanlar ise bu haberlerin oluşturduğu algının içinde yüzüp duruyor. Sonra aniden su dalgalanıyor, yüzücü kafasını sudan dışarı çıkarıyor; fakat ne olduğunu anlayamıyor; çünkü uzun bir süre kafasını o havuzdan dışarı çıkarmamıştı.

Hadiseleri günlük değerlendirmek gazetecinin mantığıdır. Gazeteciler işlettikleri bu mantık sayesinde her hadiseyi hemen çözerler, her hadisenin uzmanıdırlar; fakat kendilerine ‘daha dün böyle demiyordunuz’ denildiğinde size ikna edici bir cevap veremezler. Onların çoğundan namuslu fikirler üretmelerini bekleyemezsiniz; çünkü onların işi fikirlerle değil; algıyladır. Hâl böyle olunca onlardan hayatları boyunca dosdoğru yol izlemelerini de bekleyemezsiniz.

Hayat boyu dosdoğru yolda yürümek için yüksek fikirlerle meşgul olmak gerekir. Yüksek fikirler rüzgârlara göre savrulup gitmezler. Onlar, rüzgâr nereden eserse essin dimdik dururlar. Rüzgârlar her kafayı bir o yana bir bu yana savurup dururken münzevi fikir işçileri fikirlerini karıncanın yuvasını kurması gibi kurarlar. Sessiz, derinden; ama sağlam ve ihtişamlı. Onlar bugünün gündeminde değildirler. Gazeteciler gündem üstüne gündem; algı üstüne algı oluştururken onların adı bile anılmaz. Onlar tarihte kendilerine ayrılan yere sessizce otururlar. Sular durulup rüzgârlar dinip hadiseler tarih olduğunda hiçbir gazetecinin adı anılmazken onların fikirleri insanların ibret aynalarında pasparlak görünür olur. İşte onlar fikrin asıl sahipleri ve namusudurlar.


Selim Tiryakiol'ın Yazısı.