Saraybosna ve Kudüs İstanbul`dur!
Yunus Emre Tozal
“her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan”
İsmet Özel
1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan 1. Dünya Savaşı’nın Gelibolu cephesindeki Çanakkale Savaşı, sonuçlarıyla hem gerçekleştiği tarihlerde, hem de sonraki süreçte Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bulunan devletlerin kaderini etkilemesi açısından çok önem taşıyan bir savaştır. Osmanlı, Çanakkale Savaşıyla bir varoluş mücadelesi vermiş, Çanakkale sonrasındaki adımlarla da yeni Türkiye’nin kuruluşuna zemin hazırlanmıştır. Osmanlı’nın batıda çekilmek zorunda kaldığı Balkanlar ile güneydoğuda çekilmek zorunda kaldıkları Ortadoğu ve özellikle Kudüs bölgesi, bugün de ağır trajedilerin yaşandığı, çocukların katledildiği, savaşın acı yüzünün devam ettiği coğrafyalardır.
Bundan tam 100 yıl önce Osmanlı’nın çekilmek zorunda kaldığı Balkanlar’da Saraybosna ve Ortadoğu’da Kudüs bölgesi, günümüzde de İslam dünyasının kanayan yaralarından. Hepimiz çocukluğumuzdan beri aşinayızdır Gazze’deki Hanzala’nın varlığından, arkası dönüktür Hanzala’nın, tüm Ortadoğu’daki çocukları temsil eder, yüzünü bir türlü dönememiştir bize. Balkanlarda kaybedilmeye mahkûm bırakılan bir savaşın muzaffer komutanı Aliya’nın duruşunu hepimiz örnek almışızdır, toplu mezarların halen çıktığı Bosna’da, Sırpların vahşi işkenceleri ve soykırımları tüm dünyanın gözü önünde işlenmiştir. Fransız aydını Henry Levi’nin “Avrupa Bosna’da öldü” cümlesi yetersizdir, çünkü sadece Avrupa değil, tüm dünya Saraybosna’da ölmüştür. Kimse kurtaramamıştır Srebrenitsa’da 3 günde öldürülen 8372 masum insanı Sırpların elinden.
1948 Filistin İşgaline Giden Yol, 1915’te Çanakkale’de Başladı
Çocukluğumuzdan beridir Ortadoğu’dan silah sesleri hiç susmamıştır, dergilerin arkalarında karikatür sayfalarını Gazzeli arkadaşlarımızı görüp dua ederek geçirmişizdir. Toprakları işgal edildiğinden beridir saldırılar, sözde güvenlik önlemleri, ekonomik ambargolar, iç ve dış tehditler arasında yaşayan Filistinliler önce karanlığa gömülmüş, ülkedeki yaşam standardı yoksulluk sınırından açlık sınırına indirilmişti. Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilmesiyle Filistin’in kaderini belirleyen 1948 ve 1967 savaşları, halkın direncini kırmış, Filistin’in büyük bir çoğunluğu kaybedilmişti. Filistin’in uluslararası sulara açık tek bölgesi olarak kalan Gazze’nin, özellikle yarı açık cezaevi haline getirilmesi ve Filistinlilere yaşam hakkı tanınmayarak hemen her türlü yardımın ülkeye girişinin engellenmesi, Bosna’da olduğu gibi yine tüm dünyanın gözü önünde oldu. Hiçbir ülkenin, uluslararası kamuoyu oluşturabilen yardım dernekleri, kurum ve kuruluşların İsrail’in bombalarını durdurmadığı bir dünyada yaşamanın ne kadar zor olduğunu düşünmüşüzdür çoğu zaman. O yüzden Kudüslü Filistinlilerin göç etmeyip bilerek Mülteci kamplarında yaşamalarını küçükken anlayamamıştım. Yıllar sonra Kudüs’e gidince gerçeği öğrendiğimde, hayatın da ne olduğunu, ne anlama geldiğini yeni farketmiştim. Kudüslü Filistinlilerin kendi istekleriyle Mülteci kamplarında kalmaları, çocukları savaş koşullarında yetiştirmeleri, elbette gelecekte Kudüs’ü tekrar alabilmeleri içindi. Bu yüzden de Kudüs sevgisini artık var olmayan evlerinin anahtarlarıyla simgeleştirmişler, mülteci kamplarının ortasına evlerinin anahtarlarını asmışlar, çocukları “bir gün inşallah evlerimize döneceğiz” umuduyla büyütmüşlerdi.
Yahudiler, Filistin’i bir kutsal dava olarak gördükleri için, Filistinlilere her türlü zulmü yapmayı normal bir davranış olarak kabul etmişler, tüm dünyanın gözü önünde sürekli katliamlar yapmaktan geri durmamışlardır. Çanakkale Savaşı’nda İngilizlere ekonomik yardım yapan, yetmeyip cepheye dünyadaki tüm doktorlarını bir birlik olarak gönderen Yahudiler, daha o zamanlarda İngilizlerden Kudüs’te toprak sözü almaya başlamışlar; Theodor Herzl’in II. Abdülhamit’ten alamadığı sözü bölgenin yeni sahipleri olacak İngilizlerden, Kudüs’te devlet kurma sözü almayı başarmışlardı. Filistin’de ilk işgalin yapıldığı 1948’e giden yolun 1915’te Çanakkale’den geçtiğini söyleyebiliriz. Eğer Filistin Cephesi terk edilmek zorunda kalınmasaydı, Çanakkale gibi korunabilseydi, bugün çok daha farklı bir coğrafya algısından söz edebilirdik. Ama Çanakkale’nin varlığı da, Ortadoğu’ya ve özelde Kudüs’e yeniden umut aşıladı; bir gün Kudüs’e adaletin yeniden sağlanacağı hayaller kuruldu, o gün bugün Kudüs yetimdir; Osmanlı’daki sahiplenmeyi bekleyen yetim bir çocuk gibi yönünü coğrafyamıza dönmüştür.
Saraybosna’da Ölen İnsanlık!
Müslümanlar, Bosna’yı fethettikleri 1463 yılından itibaren Boşnaklar, Sırplar, Hırvatlar ve diğer ırklarla iç içe yaşamışlar, kültür ve medeniyet birikimini birlikte inşa etmişlerdi. Saraybosna, Endülüs’ün tarihte benzeriydi. Başlarına gelen imtihan açısından iki şehir birbirlerine çok benziyordu. Osmanlı’nın Saraybosna’dan çekilmesiyle başlanan süreç, Bosna’da karışıklıkların başlangıç yılları oldu. Karışıklık yılları gelecekteki savaşların da habercisiydi. Bosna’da yıkım, tüm dünyanın gözü önünde oldu. Osmanlı’nın Balkanlardan çekilişinin 60-70 yıl sonra 1990’lı yılların başında yaşanan kıvılcımlar, 1992-95 Bosna Savaşı’na dönüştü, binlerce Boşnak, Sırpların zulmüne maruz kaldı, toplu mezarlarda son nefesini verdi. Savaşın en acı yıkımı şüphesiz Srebrenitsa’da yaşandı, üç gün içinde 8372 insan ve çocuk katledildi. Tecavüzler, bombalamalar, Boşnaklara yönelik aşağılık davranışlar, yakıp yıkmalar Bosna’da hayatı zorlaştırdı, halen devam ediyor Sırpların uygulamaları. Boşnak Müslümanlar, kendi canlarının derdinden öte şehrin düşmemesi için ellerinden geleni yapmışlar, tarihte eşine az rastlanır müthiş bir direniş göstermişlerdir. Dört tarafı dağlarla, dağlarda kurulan Sırp sığınak ve mermi depolarıyla bir araya sıkıştırılan Boşnaklar, şehrin düşmemesi; II. bir Endülüs yaşanmaması için canları pahasına mücadele etmişlerdir. Semezdin Mehmedinoviç “Bosnalı Müslüman” tanımını aklına getirdiğinde, Tolstoy’un Hacı Murat tanımının Bosnalı Müslüman tanımıyla birebir örtüştüğünü belirtir. Tolstoy, Hacı Murat’ı “Güz çimeni gibi, saman arabasının üzerinden geçip gider, ama yine tekerleğin altından dimdik çıkar” derken, Bosnalı Müslüman’ın da dimdik güz çimeni gibi olduğunu belirtir Mehmedinoviç.
Bosna’daki medeniyet, Endülüs’teki medeniyetin, Halep’teki, Şam’daki, Bağdat’taki medeniyetin devamıydı ve bu medeniyetin Avrupa’da kalan son toprak parçasıydı. Osmanlı, Balkanlardan çekildiği gibi Balkan toprakları yetim kalmış, Filistin gibi geleceği hayal ederek varlığını sürdürmüştür. Bu yüzden Aliya’nın vefat etmeden evvel Başbakan Erdoğan’a ülkesini emanet etmesi manidardır.
Çanakkale Savaşı Devam Ediyor
Çanakkale savaşı’nın sonuçları halen devam ediyor. Bugün Ortadoğu’da ve Balkanlarda yaşananların, İsrail’in Filistin’de yaşattıklarından ve Sırpların Boşnaklara zulmetmesinden elbette hepimiz sorumluyuz. Bu yaşananlara cevap veremeyişimiz, Çanakkale savaşının sonuçlarından da biri maalesef. I. Dünya Savaşı sürecinde Filistin’den ve Balkanlardan çekilmek zorunda kalan Osmanlı, varlığını Çanakkale’de devam ettirdiyse de, hâkimiyeti altında bulunan coğrafyalara yetişememiştir. Bugün, Osmanlı’nın boşluğu halen doldurulamadığı için adalet sağlanamamıştır Filistin’de ve Balkanlarda. Tüm olumsuzluklara ve gıda mühimmat konusunda savaştan sonra yaşanan ciddi kıtlıklara rağmen Çanakkale’de alınan zafer, milletin kendine olan güvenini geri getirmiş, oluşacak yenidünya düzeninde sesini çıkartabilmesine ve hakkın savunabilmesine imkân sağlamıştır.
Çanakkale bir yaradır, bir iç çekiştir. Tarih ve bilinç şuurumuzu kaybetmeden milletçe bir araya geldiğimiz son savaşlardan biridir. Çanakkale Savaşı sonrası oluşan kaosta geçirdiğimiz evrimler ve değişiklikler, maalesef bugün, bizi kendi tarihimizden utanacak kadar soğutmuş, kendi medeniyet ve kültür zenginliklerimizden uzaklaştırmıştır. Türkiye, 2000’li yıllara kadar benlik sorunu yaşamış, yeni yeni kendisine gelmeye başlamıştır.
Çanakkale dünya sahnesinde bir defa daha yaşanır mı bilinmez ama Çanakkale’nin devam ettiği bilinen bir gerçek. Ortadoğu’da akan kanın devam etmesi ve Balkanlardaki karışıklıklar, Çanakkale’nin halen yaşandığının göstergesidir. Coğrafyalarımızla kesilen ilişkimizi yeniden diriltmek, kendimize gelmek, tarihimize ve medeniyetimize ciddi bir şekilde sarılmamız gerektiği aşikâr. Eğer bunu başarabilirsek, hem kendimizi, hem Ortadoğu’yu hem Balkanları yeniden kazanabilir, bölgenin yeniden hareketlenmesine ve canlanarak medeniyeti yeniden inşa edilmesine zemin hazırlayabiliriz.
GENÇ'ın Yazısı.