Seçimimizi Yaptık Ya Sonra?
Ömer Öztürk
Seçmek güzeldir; lakin seçtiklerimiz bizi geçindirebilecek midir, o ayrı bir felsefî meseledir.
Seçim güzel de geçim hep nanay. O halde oynayalım şinanay yavrum şinanay.
Ekseriyetle, seçtiklerimiz bir müddet sonra bizi tanımaz olurlar. Söz gelimi, seçim sürecinde başımızdan ayrılmayan bir belediye başkan adayı kazara seçilip de başımıza geçince, artık kimseyi yanına-yöresine yanaştırmaz olur.
“Dur şunu bir yoklayayım yerinde mi?” diye mekânına dayanırsınız ama daha kapıda güvenlik engeline çarparsınız.
“Buyrun?”
“Belediye Reisini görecektim.”
“Konu nedir?”
“Hiç göreceğim geldi de.”
“Kendileri pek meşguller, kimseyle görüşmüyorlar.”
“İyi ama onu ben seçtim!”
“Bir de randevu almayı deneseniz?”
“Ne randevusu yahu, ben Allah misafiriyim.”
“Anlıyorum. Randevusuz olmaz, alın randevunuzu, günü-zamanı gelince biz sizi ararız.”
“İstemez aramayın, bir daha size oy-moy yok!...
Oy oy oyy!...
Kimî adaylar, aday adayları, adayın adayının adayları da (aklıma Nasrettin Hoca’nın “Tavşanın Suyunun suyu” fıkrası geldi; her nedense..) seçim zamanı parmak ısırtan bir gayretkeşlik içine girerler: broşürler bastırttırırlar, kartvizitler bastırttırırlar, rozetler, kalemler, defterler, şapkalar çıkarttıttırırlar; aklınıza ne gelirse onun üzerine isimlerini yazdırttırıp piyasaya sürdürttürürler.
Bu pek hırslı pir-i faniler onca gayrete rağmen, seçilemezlerse, ortadan çekilir, hayata küserler.
Hoş içlerinde yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali gelecek seçimlerde de talihlerini deneyenleri muhakkak bulunur ama bunların sayıları bir elin parmaklarını geçmez.
Bu muhterem ve muhteremelerin isimlerini ihtiva eden ürünler, seçimden sonra da bir zaman piyasayı şenlendirir; eskici arabalarında götürülüp getirilir.
Şahsen şu yaşıma değin seçim dönemleri benim için hep bir işkence unsuru teşkil etmiştir. Misal, sokakta yürüyorsunuz, işinize-gücünüze gidiyorsunuz, birden bir köşeden zırt diye devasa bir otobüs fırlayıveriyor, içinden bir çığırtkan çıkıyor, “bilmem ne partisi bilmem ne adayı sizleri selâmlıyor” diye çığlık çığlığa bağırıyor, ve her zaman bu çığırmaya asap bozucu, kulak tırmalayıcı bir müzik eşlik ediyor.
“Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” diye düşünürken, bir anda şafak atıyor, tabi ya, seçim var, beni ondan öptüler, yâni selâmladılar diyorsunuz.
Bu çığırma ve can sıkıcı, yürek pareleyici müziğin bütün seçim dönemi boyunca devam edeceğine ve sizin de eliniz mahkûm bu konçertoyu dinlemek zorunda kalacağınıza kanaat getirince de, ister istemez, kendi kendinize “yahu seçimler ne zamandı?” diye sık sık sormaya başlıyorsunuz.
Elbette bu bitse de kurtulsak maksatlı bir sorgulamadır.
Kimileri de yılın 365 günü seçim olsun isterler. İsterler ki, her gün seçim olsun, yesinler, içsinler, rızıklansınlar, sebeplensinler…
Hoca Nasrettin bir bayram günü bakmış, dört yanda bolluk bereket, hep gülen gözler, “yahu ne oluyoruz?” diye ortaya sormuş. “Bugün bayram Hocam,” demişler; “oh oh” demiş rahmetli, “keşke her gün bayram olsa..”
Olsa…
Olsa ama bu bayram şenliği şu şatafatlı, ölçüsüz harcamaların diyetini ödemeye kâfi gelecek midir acaba?
Sonu gelmez bayraklar, flamalar, yerlerde sürünen broşürlere…
O kâğıtlara, kâğıtlara, kâğıtlara…
Kâfi gelecek midir?
Hani ya israf haramdı?!...
“Hayatlarımız israf ediliyor, üç-beş kâğıdın lafı mı olur?” diye soranlarınız da olacaktır. Doğru söze ne denir?
Bir şey denilmez, susulur.
Size evet’li ve hayır’lı seçimler…
GENÇ'ın Yazısı.