Doğu Batı Çizgisi
Greenwich: Başlangıç meridyeni, görünmeyen varlığıyla yerleşmiş İngiliz topraklarına. Kimin doğuda kimin batıda olduğuna karar verilmiş. Dünyayı belki de ayrımcılığa itmenin ilk adımları atılmış. Birleşmiş krallık haritanın en ortasına yerleştirmiş kendisini.
Tanıdık bir koku duydum uzaklardan gelen. Kış günü babaannemde kaynayan ıhlamurun, boğazda esen rüzgârın, annemin kokusunu. Yaprakların kıpırtısıyla gözlerimi açtım. Rüzgâr, altında yattığım ağacın rayihasını taşıyordu. Güneş soğuk İngiliz kırlarını ısıttığında Londra’nın parkları dolmuştu. Kraliçe sağ olsun diye uzandığım şezlongdan park görevlisinin uyarısıyla doğruldum. Ücreti ödedim ödemesine ama ne gerek vardı. Oysa yeşil benim yatağımdı. Bacağıma tırmanan yorgun karınca arkadaş arıyordu. Benim zamanım dolmuş, gezi teknesinin saati gelmişti. Hızla parktan ayrıldım. Westminster’den bindim motora. Thames hafif çalkantılıydı. Güneş ısıttı yüzümü Londra’yı seyrederek ilerledim. Kalenin silueti yansıdı sulara, köprünün kuleleri belirdi üstümüzde. Big Ben’in saati tam on ikiyi gösterdi. Olmak ya da olmamak bu topraklarda hayat buldu. Shakespeare gözünden Londra’ya bakıyorum kalemini oynattığı yerden. Ağzından dökülen sözler tek tek yapıştı duvarlara ve piposunun dumanı dokundu harflere. Beş gün yanan şehir artık onun Londra’sı değildi. Başkent küllerin arasından yeniden doğduğunda dünyanın merkezi olmaya çoktan karar vermişti.
Greenwich: Başlangıç meridyeni, görünmeyen varlığıyla yerleşmiş İngiliz topraklarına. Kimin doğuda kimin batıda olduğuna karar verilmiş. Dünyayı belki de ayrımcılığa itmenin ilk adımları atılmış. Birleşmiş krallık haritanın en ortasına yerleştirmiş kendisini. Bir ayağım doğuda, diğeri batıda rasathaneden Thames nehrine bakıyorum. John Flamsteed’in (Kraliyetin ilk astroloğu) yıldızları seyrettiği noktadan, yüzlerce yıllık ağaçlar arasından yürüyorum.
Greenwich Park’ı piknik alanına dönmüş. Top oynayan, uyuyan, kitap okuyan ama ne yaparsa yapsın yüzünü güneşe dönmüş insanlar. Beş çayı için hazırlanan scone kokusu çay evinden duyuluyor. Bu az tatlı İngiliz ekmekçikleri çayın ayrılmaz dostu. Bir yanda çimlere uzananlar diğer yanda beyaz çardaklar altında çayını yudumlayan şık kadınlar. Ben de kahvemi alıp çıplak ayaklarla oturdum çimlere. Kraliçenin evi sütunlar üstünde yükseliyordu. Hemen yanında Royal Naval College kubbeleriyle Greenwich’i süslemiş. Müzeleri gezmekten yorgun parmaklarımı biraz daha gömdüm yeşile. Gömleğimde gezinen karınca çekti dikkatimi. Yumuşak hareketlerle çimlere bıraksam da her seferinde yeniden tırmandı üzerime.
Motora binmeden açık pazarda tezgâhlar arasında dolandım. El yapımı kartlar, rengârenk kolyeler, soyulmuş meyveler, tablosunu tamamlamaya çalışan ressamlar ve askılardan sarkan İngiltere hatırası tişörtler. Karşıdan karşıya geçerken bir korna sesi duydum. Tersten akan trafiğe hiç alışamadım. Adaya geldiğimde aldığım ilk mesaj trafik uyarısıydı. Oysa Napolyon soldan yürümelerini emretmişti İngilizlere ama ona inat tüm yollar sağdan aktı krallıkta.
Londra’ya döndüğümde saat geç, hava aydınlıktı. Gecenin en kısa olduğu gün. Yürüyerek döndüm evime. Parktan geçerken sabah uzandığım şezlongun dibine atladı omzumdaki karınca. Şehir hala kalabalık. Arap Caddesi ışıl ışıl. Nargileler fokurduyor. Kırmızı çift katlı otobüsler arasından bisikletli taksiler fırlıyor sonuna kadar doğu müzikleri çalarak. Abayeli kadınlar ve bir yığın çocuk torbalar arasına sıkışmış arkalarında oturuyor. Geç saatlere kadar açık olan Oxford caddesinden dönüyorlar. Yorgunum, merdivenleri ayağımı sürüyerek çıkıyorum. Kapımı açtığımda fotoğraf makinam ellerimden kayıyor. Uyumak istiyorum ama gece hâlâ aydınlık.
Hande Berra'ın Yazısı.