Yusuf Toprak

Demokrasinin bedeli Ortadoğu’da maalesef hep ağır oldu. Birçok insan, birçok fikir demokrasi uğruna feda edildi. Fakat hâlâ demokrasinin Ortadoğu’da oturduğu söylenemez. Türkiye de maalesef bu duruma dâhildir.

Türkiye’de demokrasinin tarihine bakarsak, 1839 Tanzimat Fermanı ile demokratikleşme yolunda ilk adımların atıldığını söyleyebiliriz. Tanzimat döneminde oluşturulan “muhassıllık meclisleri” ile Müslüman halk ilk defa seçim mefhumuyla tanışmıştır. Ardından gelen birinci meşrutiyet denememizle ilk büyük meclisimizi kurmuştuk. Fakat meşrutiyet idaresi, gerek azınlık vekillerinin Osmanlı aleyhine çalışmaları gerek tam olarak halkın temsil edilememesi ve halkın demokrasi konusunda tecrübesizliği mülahazasıyla pek başarılı geçmedi. Meşrutiyeti askıya alan Abdülhamid, idareyi Yıldız Sarayına taşımış, istibdad idaresini başlatmıştı.

Abdülhamid’in döneminde yaşayan fikir adamlarının çoğu, Abdülhamid’e büyük bir kinle bakmış ve istibdadı acımasızca eleştirmiştir. Gerçekten Abdülhamid idaresi yoğun bir baskı dönemi olarak gözükse de, bu dönemde yetişen ricalin gelecek dönemde cumhuriyetin ilanına ve Türk milletini demokrasiye hazırlamasına katkıları tartışılmaz. Ayrıca Abdülhamid’in demiryolu yapımları ve memleket genelinde açtığı okullar ülkenin kalkınması ve halkın terakkisi açısından mühim hadiselerdi.

Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin akabinde İttihat ve Terakki’nin dönemi başlamıştır. “Hürriyet’in İlanı” olarak görülen Meşrutiyet idaresine geri dönüş, esasında pek de demokrasinin etkisinde geçmemiştir. Bilhassa 1912 sopalı seçimler, demokrasinin temeline vurulan bir darbedir. İttihat ve Terakki dönemi, siyaset ve idare konusunda tecrübesiz devlet adamlarının memleketi felakete sürüklemesiyle neticelendi. Artarda yaşanan Balkan ve Trablusgarp savaşlarının yaraları sarılamadan girilen Cihan Harbi, Devlet-i Aliyye’nin sonunu getirmiştir. Osmanlı mirası batılılar tarafından paylaşılmış, acımasızca yağmalanmıştır. Bu zor dönemde genç ve idealist Türk subayları, vaziyeti kurtarmanın kendilerine düştüğünü anlamış, Türk milletini örgütleyerek İstiklal Harbimizi başlatmışlardır. Lozan Antlaşmasıyla neticelenen İstiklal Harbi sonrası devrimler dönemi başlamıştır.

Ülkenin idaresini eline alan İstiklal Harbi kadrosu, cumhuriyet rejiminin sağlamlaşması ve demokrasi anlayışının yerleşmesi için büyük çaplı reformlara girişmişlerdir. Yapılan en büyük devrim ise şüphesiz, altı asırlık Osmanlı saltanatının sonlandırılarak cumhuriyetin ilan edilmesidir. Lakin Osmanlı’dan devralınan miras üzerine cumhuriyetin ve demokrasi anlayışının yerleşmesi kolay olmayacaktır. Demokrasi, yerleşebilmek için zaman ve tecrübe ister. Fakat bu reformların çoğunluğu zahiri değiştirmiş, zihniyet ise aynı kalmıştır. Bu sebeple Türkiye, batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasında sıkışıp kalmış, kararsız ülke konumuna gelmiştir. Zira anlayışın değişmesi birkaç devrimle bir anda halledilecek mevzu değildir. Değiştiğinin farkına varan her canlı gibi, halk da birçok devrime tepki göstermiş, tepkiler tahakkümle bastırılmaya çalışılmıştır. Halk idaresini hâkim kılmak isteyenlerin halka karşı zor kullanmaları düşündürücüdür.

Tüm bu vahim vakaların yaşanmasının en mühim sebebi, şüphesiz devrimi gerçekleştirenlerin sosyal ya da siyasal bilimci değil, asker olmasıydı. Yalnız bu dönemde artarda kaybedilen savaşlar neticesinde insan kıtlığının meydana geldiğini unutmamak gerekir. Yani bırakın yetişmiş insanı, çalışacak amele bulabilmek bile büyük dertti.

CHF idaresine karşı ortaya çıkan muhalefet hareketleri de bir şekilde susturulmaya çalışılmıştır. Kazım Karabekir liderliğinde Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisidir. TCF, halk tarafından büyük ilgiyle karşılanmıştır. Fakat TCF’nin ömrü pek uzun olmamış, 1925 Haziranında kapatılmıştır.

TCF’den sonra en önemli muhalefet partisi, Serbest Cumhuriyet Fırkası olmuştur. 1930 yılında kurulan SCF, bizzat M. Kemal Atatürk’ün talimatıyla, “güdümlü muhalefet” olarak tasarlanmıştır. Fakat CHF idaresine tepkili olan halk, SCF’ye büyük ilgiyle yaklaşmıştır. Halkın ilgisiyle karşılaşan SCF, zamanla kendine biçilen rolden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu durumdan rahatsız olan CHF, SCF’nin sonunu hazırlamakta zorlanmamıştır. SCF kendi kendini feshederken, Fethi Okyar’ın söyledikleri enteresandır; “M. Kemal Paşa’ya karşı muhalefet yapmak imkansız.”

SCF’den sonra Demokrat Parti’ye kadar, ufak çaplı parti kurma çabaları meydana gelmiş, fakat bunların hiçbiri geniş çaplı muhalefet hareketleri olamamıştır. Tek parti yönetimi 1950 seçimlerine kadar devam etmiştir. Yaklaşık 20 sene süren ve İsmet İnönü idaresinde kısmen diktatörlüğe meyleden dönem, Celal Bayar ve Adnan Menderes önderliğinde sona erdirilmiştir.

Bütün bunlara rağmen, cumhuriyetin ilk yılları demokrasi tecrübesinin yaşanması ve CHF’nin bir siyaset okulu vazifesi görerek ileriki dönemler için yeni ve farklı devlet adamlarını yetiştirmesi bakımından önemliydi. Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuad Köprülü gibi devlet adamları bu okulun mahsulleridir.

İnsanımız hâlâ idarecilerin, kendilerini tam olarak temsil edebildiklerini söyleyemiyor. Bunun dışında hükümetlerin, bürokrasiyi kendi menfaatine göre şekillendirmeye çalışması, askerin yakın zamana kadar darbe girişimlerinde bulunması demokrasinin yerleşemediğinin alametidir. Türkiye Cumhuriyeti demokrasi yolunda yaklaşık bir buçuk asırlık yol kat etmiştir. Bunca tecrübeye rağmen ilerlememiz gereken yol, tükenmiş değil. Sabırla ve metanetle ilerlenmesi gereken uzun bir yol…


GENÇ'ın Yazısı.