Allah`ın Kulu Olmanın Verdiği Yetkiye Dayanarak
Allah’ın kulu olmanın bize verdiği yetkiye dayanarak, eğer davamızda hak olduğumuza samimiyetle inanıyorsak; eleştiremeyeceğimiz hiçbir kişi ve kurum, reddedemeyeceğimiz hiçbir hüküm yoktur. La ilahe illallah demenin sorumluluğudur bu…
mam Yusuf. Hanefî mezhebinin en önemli imamlarından biri. Genel kabule göre; Ebu Hanife’den sonra gelen büyük Hanefi fakihi. Önce bu büyük zatın hayatı, payeleri ve hakkında genel olarak kabul edilen kanaatlere bir göz atalım: “Adı Yakub bin İbrahim el-Ensari’dir. Irak bölgesinin fakihi kabul edilen Yakub 1113/731 yılında Kûfe’de doğdu. Yusuf adlı bir oğlu bulunduğu için Ebu Yusuf lakabıyla meşhur oldu. Ailesi fakirdi ve Ebu Hanife’nin yardımıyla ilim tahsiline başladı. Atâ bin es-Sâib, Muhammed bin İshâk bin Yesar ve Leys bin Sa’d gibi büyük hadisçilerden hadis okudu ve “Hadis Hafızı’’ oldu. Ebû İshâk eş-Şeybânî, Süleyman et-Temimî, Yahya bin Said el-A’meş gibi fakihlerden ders dinledi. İbn Ebî Levlâ’nın, önemli fıkhi problemlerde İmam-ı Azam’ın içtihatlarına başvurduğunu görünce, ondan ayrılarak Ebû Hanife’nin derslerine devam etmeye başladı. Onun usûlünü benimseyerek “Mutlak Müçtehit” pâyesine ulaştı. Mutlak Müçtehit! Ebu Hanife onun için şöyle demiştir: “Hem baş kadılığa hem fetva makamına lâyık iki talebem vardır. Bunlar Ebu Yusuf ile Züfer’dir” Ebu Hanife’nin derslerine on altı yıl devam eden Ebu Yusuf, bu arada Kufe’ye gelen ünlü tarihçi Muhammed bin İshak’tan İslâm tarihi okudu. Ebu Hanife’nin vefatı üzerine Bağdat’a geldi. Halife Mehdî tarafından kadı tayin edildi. Hâdi ve Harun Reşid devirlerinde de kadılık yaparak ilk defa “Kâdi Kudat (Kadılar kadısı-Baş kadı)” unvanını aldı. On altı yıl kadılıktan sonra 183/798 yılında vefat etti.”
Allah kendisine ve bizlere de rahmet etsin. Din işleriyle, bilhassa da fıkıh konularıyla az-çok ilgilenen herkes adını mutlaka duymuştur. İmam Yusuf’la ilgili meşhur olmuş bir hikâye şöyledir: “Bir gün Ebu Yusuf “Peygamber’imiz kabak severdi.” der. Bu sözü söylediği ortamda bulunan bir kişi “Ben kabak sevmiyorum.” der. Ebu Yusuf “Peygamber’in sünneti olan bir şeyi sevmeyen; Peygamber’e karşı gelmiş olur. Peygamber’e karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur.” der. Allah’a karşı gelen kâfirliğe dönmüş olacağı için Ebu Yusuf, yanında bulunanlardan, bu şahsın kellesinin kesilmesi için o devirde idam edilenlerin kanlarının etrafa sıçramasını engellemekte kullanılan muşamba ve kılıç ister. Adam bu sefer “Estağfirullah. Ben böyle bir şey hatırlamıyorum” diyerek, kelime-i şehadet getirir. Bundan sonradır ki İmam Ebu Yusuf, onun katlini emretmekten vazgeçer. (Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı Syf: 102)
Bu hikâye; Mutlak Müctehid, Hadis Hafızı, Kadılar Kadısı, İmam Ebu Yusuf’un, dini konularda nasıl da hassas olduğunu izah etmek için ballandıra ballandıra anlatılır. İşte bu bir sorundur:
Biz biliyoruz ki kabak yahut herhangi başka bir gıda yahut nesneyi sevip sevmemek, bir fıtrat meselesidir. Yaratılışında kabağa yahut başka herhangi bir mübaha bir temayül varsa seversin, yoksa sevemezsin. Bunun, dinle diyanetle ilgisi olmadığı gibi günahla ve sevapla da ilgisi yoktur. Keza kabak sevmiyor diye kafa kesmeye kalkmak “unvanı ne olursa olsun bütün insanları bağlayan” şeriate aykırıdır. Titri ne olursa olsun; bir insan evladı, bunun aksini iddia ediyorsa onun hakkında en azından şu söylenebilir: “Sen fıtratı tanımıyorsun. Senin bu hükmün, âlemleri yaratan Allah’ın tabii kanunlarına aykırı olduğu için sana; bu konuda, sırf unvanların fazla gösterişli diye itaat etmek zorunda değilim. Çünkü Allah’tan daha doğru hiçbir hüküm koyucu var olmadığı gibi ona kul olmaktan da daha büyük unvan yoktur. Ben de Allah’ın kulu olmanın bana verdiği yetkiye dayanarak; senin bu yanlışını eleştirebilir, reddedebilirim…”
İşin özü budur arkadaşlar: Allah’ın kulu olmanın bize verdiği yetkiye dayanarak, eğer davamızda hak olduğumuza samimiyetle inanıyorsak; eleştiremeyeceğimiz hiçbir kişi ve kurum, reddedemeyeceğimiz hiçbir hüküm yoktur. La ilahe illallah demenin sorumluluğudur bu…
Sinan Özgenç'ın Yazısı.