“Yaptıklarımız, önceliklerimizin neler olduğunu gösterir.” M. Ghandi

Leicester Üniversitesi’nde görev yapan, aynı zamanda BBC’de yapımcı olan Emma Cahusac tarafından yayımlanan araştırmaya göre, çalışan hanımlar erkekler gibi olmak istemedikleri için işlerinden ayrılabiliyorlar.

Profesyonel iş hayatında çalışan annelerden, çalışma arkadaşları ile düzenlenen akşam yemeklerine katılmaları, işe erken gelmeleri ve geç ayrılmaları bekleniyor. Bu tempo annelik sorumlulukları ile çatışsa bile çalışma hayatı erkekler tarafından organize edildiği için mecburiyetleri yerine getirmek zorunda kalıyorlar. Birçok annenin bu duruma cevabı işten ayrılmak oluyor. Araştırmayı yöneten Emma Causac, iş hayatında karşılaşılan problemler konusunda uzman bir psikolog olarak durumu şöyle dile getiriyor: “Anneler başarılı erkekleri taklit etmedikleri sürece bir organizasyonda gerekli bir eleman olarak görülmüyorlar!”

Araştırmacılar Londra’da çalışmakta olan fakat hamile iken ayrılıp daha sonra çocukları okul çağına gelmeden işe dönüş yapan 26 hanımla görüştüler. Hanımlardan 21 tanesi, kendi isteğiyle işi bıraktığını çünkü geri döndüklerinde işyerinde yan eleman olarak görüldüklerini ifade ettiler.

Avukatlık yapan Nadia, anne olmadan önce çalışma hayatına atılan hanımlardan erkek kültürüne göre düzenlenmiş olan iş ortamını kabul etmelerinin teşvik edildiğini söyleyerek sebebini şöyle yorumladı: “Çalışan erkekler kesinlikle ailelerinden bahsetmezler, ev ve iş arasını ayrı olarak görmeye adapte olmuşlardır. Anne olarak eğer evde çocuğun hastaysa izin almak için kendini hasta göstermek mecburiyetinde kalırsın.”

Röportaj yapılan hanımlardan çoğunluğu, halihazırda sunulan şartlardan dolayı annelik ile iş hayatını birlikte yürütmenin zor olduğunu belirttiler. Bankacı olan Susan, “Ben işimi bitirmiş olsam bile masamda geç saatlere kadar oturmak zorundayım, saatinde çıkma isteğim çocuksuz olan iş arkadaşlarım tarafından iğneli yorumlarla karşılanıyordu” ifadelerini kullandı. İlk çocuğundan sonra iş yerine döndüğünde daha alt bir pozisyona alınmasını şöyle açıkladı: “Birçok hanım üst pozisyonlardaki görevini terk etti çünkü kendilerine daha hafif roller sunuldu ve anne olduklarını bastırma ihtiyacı duydular. Bu haksızlık çünkü böylece ekonomimiz iyi eğitim almış kadınlardan faydalanamıyor.”

Amerika’da iken aile doktorumuz olan hanım, çocuklarının büyüdüğü dönemlerde onların yanında olmak istediği için işinden ayrılmak istediğini belirten bir mektup göndermişti. Mektubu aldığımızda epeyce şaşırdığımızı hatırlıyorum. Öyle ya, kolay mıydı doktor olmak?

Bizim kültürümüzde daha bariz olan ‘mahalle baskısı’ belli ki onu rahatsız etmemişti ve çocuklarının yanında olma cesaretini gösterebilmişti. Yukarda bahsi geçen Londra’dan Susan hanım, iş hayatından ayrılan başarılı kadınlarla ekonominin kaybettiği değerleri dile getirirken tam tersi durumda kaybedilen diğer paha biçilmez değerleri dile getirmemiş. Özellikle ilk çocukluk döneminden itibaren anneden yoksun olan çocukların gençlik ve yetişkinlik döneminde telafi edemedikleri problemlerle mücadele ettikleri pedagoglar tarafından sürekli vurgulanmıyor mu?

Sanayi devriminden sonra kadınlar birer iş gücü olarak görülmüş ve erkeklerin dünyasında var olabilmeleri başarı addedilmiştir. Hakim olan trendler annelere, ‘sizin gibi akıllı bir hanım niçin evde oturuyor’ diyerek şeytanın vesveselerini fısıldamakta ve insanın tek sığınağı olan ailenin var olmasını zorlaştırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse ele aldığımız araştırma, sadece annelik düzeyinde ele alınmış ve evliliğe olan yansıması irdelenmemiştir. O yönde yapılan araştırmalar da, yoğun iş hayatı olan hanımların evliliklerindeki durumun da parlak olmadığını ortaya koymaktadır.

Yanlış anlaşılmasın, bizler ilmin kadın-erkek herkese farz olduğuna inanan ve bizzat hanımı iş kadını olan bir peygamberin getirdiği dine iman etmekteyiz. Yaratan bizleri erkek ve kadın olarak iki cinsten var etmiş, iki cinse de farklı özellikler ve sorumluluklar bahşetmiştir. Fıtratıyla savaşarak mutlu olabilmek mümkün olmadığı gibi neyin uğruna neleri feda ettiğini görebilmek de, hayat gemisini sağ salim kıyıya ulaştırabilmek için bize gerekli olan basireti kazandırır.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda, eğitim konusunda tercihler yaparken dikkatli olmak gerektiğini bir kez daha hatırlamış olalım. Tedris etmek istediğimiz alanın kendimize ve başka insanlara faydalı olabilmesi için fıtratımızın önceliklerini tahrip etmemesi gerekmektedir.

Bir insanın yaratılışına bedeniyle sahne olmaktan daha büyük bir ayrıcalık olabilir mi?

(7 Mart 2014, Leicester Üniversitesi, London, Emma Cahusac, Shireen Kanji. Giving Up: How Gendered Organizational Cultures Push Mothers Out, Gender, Work & Organization, www.sciencedaily.com)


Sevilay Kösebalaban'ın Yazısı.