Rabia Kısaalioğlu

İlaçların çoğu yokmuş. “Adresinize gönderelim” dedi. “Yarın umre yolcusuyuz, mümkünse bugün alalım.” dedim. “Öyle mi, bana da çok dua edin orada” dedi. “Tabii elbette” dedim. “İlaçları hemen getirtiyorum, ücreti de gelince ödersiniz, acelesi yok.” diyerek jest yaptı...

Dinin Karunlarını duydunuz mu hiç? Kaşlarınızı havaya kaldırarak “cık” diyorsanız acizane anlatayım: Kıldığı namazla hava atan, taktığı siyah başörtüyü takva ölçüsü sayıp okuduğu tefsir kitapları ile cennette köşkleri sıraladıklarını düşünenler… Takva haramlardan ve şüphelilerden kaçınmak değil midir? Ya biz takvanın tanımına evrim geçirtmişiz ya da dindeki bütün aşırılıkları “takva” kabul etmişiz. Oysa “müttaki” ifrat ve tefritten uzak olandır. Geçenlerde bir arkadaş, eskiden siyah peçe taktığını fakat şu anda eşinin izin vermediğini söyleyince peçeli bir bayanın tepkisi çok enteresan olmuştu: “Yaa... Allah iyilerle karşılaştırsın!” Benim 500’lük tesbihim seninkini döver ya da dakikada kim daha çok “Allah” çeker, komedyasıyla aynı kıvamda bir yorumdu bu.

Tasavvuftaki cevizi kırıp içini görmek, yani gönlü keşfetmek için, hızımızı alamayıp elimizdeki cevizi balyozla kırarsak, o muhteşem ceviz toz zerrelerine dönüşerek zeminle hemhal olmuş bir çöp hâlini alıverir. Biz ne siyah ne renkli başörtüye, ne de peçeye karşıyız! Sadece kendi bildiğini ve yaptığını doğru kabul edip, başkalarına yönelen istihzalı bakışlara, bildikleri birkaç bilginin ilahlaştırılmasına saygı gösteremeyiz. İblis’i de şeytan yapan bu özelliği değil mi? Karun da İblis de alimdi. Fakat bildikleri cehennemin yollarına taş döşemekten, ateşlerini harlandırmaktan başka bir işe yaramadı. Ki o şeytan insanı bildikleri ile de yoldan çıkaran değil midir? Takvanın ölçüsü dinde aşırılığa gitmekse herkes takvalıdır o halde. Çünkü her insan bir diğerine göre aşırılığı temsil eder. Tarikat ehli bir bayanın “spor ayakkabı kız çocuklarına haramdır, çünkü erkek giyeceğidir” dediğini duyduğumda küçük dilimi büyük dilimle birlikte yutmamak için direnmiştim. O halde bize göre bu bayanın giydiği topuklu ayakkabı (bayan giyeceği) bir takva ölçüsü mü olmalı? Balyozu eline alıp vuracak olan bu insanların kollarına yapışıp, cevizin içini zedelemelerine engel olmak tüm isteğim. İrşad sevgiyle olmalı: İncitmeden, yargılamadan ve yaftalamadan…

Gelelim asıl anlatmak istediğim gönlü güzel bir insanın hikayesine: Ertesi sabah umre yolcusuyduk. Benim ufaklık hastaydı ve doktora götürdüm. İlaçları almak için içi eczanelerle dolu bir iş hanında rastgele bir eczaneye girdim, elimdeki reçeteyi uzattım. Eczacı bayan dış görünüş itibari ile “modern” bir bayandı. (Yaftalamak için değil, yazının anlam ve önemi için belirtiyorum.) İlaçların çoğu yokmuş. “Adresinize gönderelim” dedi. “Yarın umre yolcusuyuz, mümkünse bugün alalım.” dedim. “Öyle mi, bana da çok dua edin orada” dedi. “Tabii elbette” dedim. “İlaçları hemen getirtiyorum, ücreti de gelince ödersiniz, acelesi yok.” diyerek jest yaptı...

Ertesi gün Kabe’deydik. O andan itibaren elimde olmayarak her duamda yerini alan bu bayan benimle birlikte bütün tavafları, sa’yları, ziyaretleri yaptı. Her namazda sanki beraberdik ve her duamın misafiriydi. Türkiye’ye döner dönmez ilk işim borcumu ödemek için eczaneye gitmek oldu. Eczacı beni görünce heyecanlandı. “Geldiniz mi? Siz oradayken inanın hep sizi düşündüm. Şu anda ne yapıyorlardır, tavaftalar mıdır, Medine’ye geçmişler midir diye gece gündüz sizinle birlikteydim.” dedi. Ben de ona onun için çok dua ettiğimi, kendisini hep yanımda hissettiğimi söyledim. Sarıldı ağladı ağladı… Kardeş olduk, ensarla muhacir gibi. Sonra eşiyle birlikte namaza başladı, ardından tesettüre girdi. “En büyük hayalim umreye gitmek.” diyordu. Geçen hafta, sabah erkenden telefon geldi. “Şimdi neredeyim biliyor musun, Atatürk Havaalanı’ndayım. Umreye gidiyorum.” dedi.

Velhasıl gönlü güzel olanın ayakları altına seriliverir cennet. Güzel gönüllüyü Allah da sever ve incitilmesini istemez. Nazargah-ı İlahi’ye ona layık bir muameleyle yaklaşmak gerekir.


GENÇ'ın Yazısı.